Bir ışık yak bu satıra, aydınlansın sayfalar...
♖
Derler ki, alışmak zaman alıyor; zaman ise alışmakta zorlandıklarımızı bile unutturuyor.
Zaman akmıyordu. Her an, sonsuz bir döngüde sıkışıp kalmış gibi hissediyordum; saatler geçmiyor, dakikalar durağanlaşıyordu. Sanki dünya durmuştu ve ben bu durgunluğun ortasında yapayalnızdım.
Zamanın geldiğini bildiğim halde saniyeler geçmek bilmiyor gibiydi. İçimdeki saat, gerçek zamandan kopmuş, kendi temposunda hareket ediyordu. Bir bakıma, her şey durmuştu ve ben, bu durağanlıkta sıkışıp kalmıştım. Beklemek, katlanılması zor bir işkenceye dönüşmüştü.
Gün yeni yeni doğuyor, alaca kızıllık gökyüzünü kaplıyordu. Ufukta beliren ilk ışıklarla birlikte, gökyüzü pastel renklerin dansına sahne oluyordu. Güneşin kızıllığı, geceyle gündüz arasındaki geçişi büyüleyici bir hale getiriyordu. Bu manzara, her ne kadar huzur verici olsa da içimdeki boşluğu dolduramıyordu.
Tenimi kaplayan soğukluğa rağmen terasta oturmaya devam ediyordum. Gecenin soğuğu, kemiklerime kadar işliyordu, ama ben inadına terasa çıkıp bu soğukla baş başa kalıyordum. Bir battaniyeye sarılmıştım, ama bu bile soğuğun etkisini azaltmıyordu.
Hafif esen yel tenimi buz etmişti. Rüzgar, derimin altına sızarak iliklerime kadar işliyordu. Bu soğukluk, beni bir anlamda canlı hissettiriyordu, çünkü başka hiçbir şey bu etkiyi yaratamıyordu.
Birkaç gündür uykusuzdum. Geceler, sabahlara kadar süren bir uyanıklık haliyle geçiyordu. Uykusuzluğun getirdiği yorgunluk, göz kapaklarımı ağırlaştırıyor, ama yine de uyuyamıyordum. Her gece, sonsuz bir bekleyiş içinde uyanık kalıyordum.
Ne zaman geçiyor ne ısınıyor ne de uyuyordum. Zaman, bana karşı bir oyun oynarcasına donup kalmıştı. Geceler soğuk ve uzun, gündüzler ise bitmek bilmeyen bir belirsizlik içinde geçiyordu. İçimdeki boşluk, her geçen gün büyüyordu.
Her şeyi günden güne unutuyordum. Zihnimdeki anılar, birer birer siliniyordu. Hatırlamak istediğim her şey, bulanık bir rüyaya dönüşüyordu. Günler, geçmişin gölgeleriyle doluydu.
Üstelik bu son zamanlarda çok fazla artmıştı. Son haftalarda, unutkanlıklarım daha da belirgin hale gelmişti. Anılarım, ince bir sis tabakasıyla kaplanıyor, gerçeklikten kopuyordu. Her geçen gün, biraz daha kayboluyordum.
Eğer video kayıtlarım ya da günlüğüme karaladığım şeyler olmazsa, bunu fark etmiyordum bile.
"Teyşe?"
"Teyşeeee!"
Aniden irkildim. Bu çocuk ne zamandan beri beni çağırıyordu? Bakışlarımı ona çevirdiğimde bana beklentiyle bakan gözlerle karşılaştım. "Yağış?"
"Şonunda!" dedi Yağız bıkkın bir tavırla. Kucağıma kadar geldiğini gördüm, onun varlığının farkında bile değildim. "Duymuyo muşun beni?"
"Dalmışım küçük ördeğim," dediğimde uzanıp başının üstüne dudaklarımı bastırdım. "Erken uyanmışsın."
"Buyaşı hiç rahat değil. Uyuyamıyorum," dedi Yağız. "Ne şaman eve gidiceş?"
"Hiç gitmezsek evini özler misin, Yağız?"
"Özleyim."
"Buradan çok daha güzel bir ev alsak..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BRONZ SERİSİ
Mystery / Thriller❝El bebek, gül bebek değil; el bebek, öl bebek.❞ Karanlık örgütün kurduğu düzen için doğmuş bir kız çocuğuyken ona verilen en büyük ceza sevgisizlikti. Kaderini kabullendi ve kartını oynadı. O kim miydi? Hisar Alatav. Hayır, sil. His Alatav. Karanl...