♖ RESİTAL 25 ♖

181K 13.1K 11.9K
                                    

Bir ışık yak bu satıra, aydınlansın sayfalar...


Derler ki, sevgisiz büyüyen çocuklar hiç tatmadığı o duygunun acısını dünyadan çıkaracaktı. Çünkü sevgisizlik, büyük bir savaş başlatırdı.

Sevgisizliğe açtığım savaş, yenilgiyle sonuçlanmıştı. Ben bu dünyadan göçtükten sonra barış olsa neye yarardı? Yenilgilerim, yalnızca yanılgılardan ibaret olacaktı.

Benim annem vardı; ama annemin bir kızı yoktu.

Annemin varlığımı reddetmesinin nedenini öğrenmek istiyordum. Bu yüzden de annemin günlüğüne ulaşmalıydım. O günlüğü öylesine tuttuğunu hiç düşünmemiştim. İçinde sevgi namına hiçbir şey bulamamaktan korkuyordum. Kendimi yıllardır buna inandırmıştım. Annem beni yok yere sevmiyor olamazdı, olmamalıydı.

Bir insan nasıl olur da karnında taşıdığından nefret ederdi?

Annem bana altı aylık hamileyken, yaşadığı kaza sonucunda erken doğum yapmak zorunda kalmış. O kazanın neyden kaynakladığını, neden erken doğup kuvöze alındığımı hiçbir zaman öğrenemedim. Belki de ondan erken ayrılıp bir süre yanında olamadım diye beni sevmemiş olabilirdi.

Hep benden neden nefret ettiğini anlamaya çalıştım. Doğmak dışında bir şey yapmamıştım. Doğmak senin en büyük direnişindi, His.

"Yaşmin!"

Yağız'ın yüksek çıkan sesiyle daldığım düşüncelerden sıyrılırken bakışlarımı hızla ona çevirdim. Bir anda bağıracağını düşünmediğim için irkilmiştim. İkizlerin ev diye adlandırdıkları bir yerdeydim. Onların yerinde olduğum için temkinli davranmayı kısa süreliğine de olsa bırakmıştım.

"Yağış," diye seslendim. Adı Yağız olmasına rağmen ona Yağış demeyi seviyordum. Bir başkası dese sorun çıkartabilirdi fakat benim ona Yağış dememden rahatsız olmuyordu. İnsanlar onun konuşmasıyla dalga geçiyor diye Yağış denmesini istemiyordu. "Neden anne demiyorsun? Anne demek daha güzel değil mi?" diye sorduğumda olduğu yerde zıplamaya devam etti. Anneme anneciğim demek çok isterdim fakat bir kere bile diyememiştim.

Yağız, bir yandan elindeki ekmekten ısırıyor bir yandan koşturuyordu. Omuzlarını silktiğinde, "Yaşmin demek daha güşel!" dedi. "Yaşmin! Yaşmin! Yaşmin!" Koşmaya başladığında büyük bir çember oluşturarak kendi ekseninde dönüp durdu. Yağız dışarıdan bakıldığında çok şımarık gibi görünürdü. Nitekim öyleydi de. Çevresinde herkes onu çok sever, sevgisini fazlasıyla belli ederdi.

Herkes, geri getiremeyeceği çocukluğunu Yağız'a armağan etmeye çalışıyordu.

Bana hiç masal anlatılmamıştı. Ben ise Yağız'a hep masal anlatırdım. Kimi zaman klasik masallardan ilerler, kimi zaman kafamdan uydururdum. En çok Kibritçi Kız'ın benzeri olan Mumcu Kız hikâyesini seviyordu. Ben de öyle.

Çok şımarsın, çok mutlu olsun, sevildiğini hep bilsin istiyordum. Bunun eksikliğiyle yaşamasın, sevgisizliğin ne olduğunu öğrenmesin istiyordum. Yasmin, bazen böyle davrandığım için bana kızar, sonra oğluna kıyamazdı.

"Koşturma Yağız! Terleyeceksin!" diyerek uyarıda bulunan Yasmin, hızlı adımlarla peşinden gitti. Oğlunun tişörtünü kontrol edip ıslak olmadığına karar verince geri bıraktı. Yanıma geldiğinde ağzının içinden, "Nasıl bir beddua ettiyse Yağız bile adımı doğru söylemiyor," dedi. Daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi.

BRONZ SERİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin