Bir ışık yak bu satıra, aydınlansın sayfalar...
♖
Salona geçtiğimiz sırada karşımda duran adamlara kaşlarımı kaldırarak baktım. Viran denilen dövmeli adam, Bronz ve Sanaç yan yana duruyordu. Serdal direkt olarak oraya giderken kapının eşiğinde öylece kaldım.
"Uyanmışsınız sonunda," dedi Serdal. "Siz uyanana kadar dünkü olanlara tekrar bakıyordum."
Bronz'un bakışları sesin sahibine dönmüş, çok geçmeden onun arkasından beni bulmuştu. "Neredesin sen Hisar?" dedi. Ses tonundaki imayı anlamak oldukça zordu.
"Lolipop evin güzel yanlarını gösteriyordu," dedim, düz bir sesle. "Bir sorun mu vardı?"
"Seni göremeyince bir şey oldu sandık. Serdal'la olduğunu bilmiyorduk," dedi Sanaç. "Seni arıyordum. Bronz'un kızının ağzına bile baktım. Seni afiyetle yedi zannetmiştim."
"Hayırdır Sanaç? Yemediği için pek bir üzgünsün. Yese, göbek atacak bir tavır var sende," diyerek onu alaya aldım.
Sanaç tok bir kahkaha attı. "Sabah sabah formundasın bakıyorum," dedi. "Ciddi söylüyorum bu arada, Bronz'un kızı sana kafayı takmış. Yer seni, benden söylemesi. En iyisi sen bir an önce Bronz'dan uzaklaş."
"Ben Bronz'dan uzaklaşsam bile, o benden uzaklaşmamaya yemin etmiş. Kızı da yemez beni, hiç korkma. Ona fazla tatlı kaçarım ben," derken göz kırptım. "Malum Türk lokumu derler bana. Herkesin ağız tadına uygun değilim." Sesim normal düzeyde çıkarken, yüz ifadem bunu doğrular nitelikteydi. "Bu evde normal bir güne uyanamayacağım sanırım."
"Siz kış bahçesine çıkın," dedi Bronz. Diğerleriyle göz teması kurdu. "Kahvaltıya geçin. Ben geliyorum birazdan." Kimsenin hareket etmemesine kaşlarını çattı. Ben hariç diğerlerine sinirle baktı. "Hepiniz. Hisar'ı da alın."
Sanaç yürümemi işaret etti. Önden Serdal ilerledi, arkasından Viran, en arkada biz ikimiz ilerlemeye başladık. Sürgülü kapıdan dışarıya çıktığımızda havanın soğuk olduğunu yüzüme çarpan rüzgârla hissettim.
"Bizi ciddi ciddi kahvaltı masasına mı gönderdi?" diye sordum. Çimenliğin üzerinde yürürken, az ileride kapalı alanda büyük bir kahvaltı masası kurulduğunu gördüm. Sanaç kafasını sal ladı. "Hiçbir şey olmamış gibi kahvaltı mı yapacağız yani?"
"Ne oldu ki?" dedi Sanaç, masum bir tavırla. "Bizim genel rutinler," dedi. Yanına geldiğimiz masanın kenarına dizili olan sandalyeye oturdu. "Mesela ben sabahları silah sesi olmadan uyanamam."
Serdal da sandalyeye oturdu ve bakışlarını bana kaldırdı. "Aç kalmak istemezsin bence," dedi, aynı sakinlikle. Eliyle yanını işaret etti. "Geç otur."
"Hiçbir şey olmamış gibi davransan daha iyi," dedi Viran. Sessizliğini bozan en son o olurken, bakışlarımızı buluşturmuyordu. Yüzüme bakmamıştı bile. Dövmeleri o kadar çoktu ki boynuna doğru taşıyordu. Kendini portrelerle donatmıştı. Siyah, çok dar olmayan kumaş bir pantolon giymiş, onun üzerine salaş bir tişört geçirmişti.
Bronz da çok geçmeden geldi, herkes yerini biliyormuş gibi geçip oturdu. Bende boş kalan sandalyeye yerleştim. Bronz başköşede, sağ çaprazında ben, sol çaprazında Viran, resimli adamın yanında ise Sanaç varken, benim yanımda da lolipop yani Serdal oturuyordu.
Uzun süren sükûneti bozan Bronz, "Hisar," diye seslendi. "Sana tek bir şey soracağım. Elinde neden bir kukla vardı?"
Hiç düşünmeden, "Evinde neden bir kukla vardı?" dedim. Bronz gözlerini kısarak bana doğru yaklaştı. "Evimde olan eşyalar beni ilgilendirir," dedi, soğuk bir sesle. Bana suçlayıcı bakışlarla bakıyordu. "Elinde, evime ait bir eşya varsa, bu da beni ilgilendirir."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BRONZ SERİSİ
Mystery / Thriller❝El bebek, gül bebek değil; el bebek, öl bebek.❞ Karanlık örgütün kurduğu düzen için doğmuş bir kız çocuğuyken ona verilen en büyük ceza sevgisizlikti. Kaderini kabullendi ve kartını oynadı. O kim miydi? Hisar Alatav. Hayır, sil. His Alatav. Karanl...