Bir ışık yak bu satıra, aydınlansın sayfalar...
♜
🎹
HİSAR ALATAV
Yemek saati geldiği için salona doğru yürümeye başladım. Giriş kısmında gördüğüm bedenle adım atmayı bıraktım. Annem, Tania Vanizan Alatav, gözlerinde akmak bilmeyen yaşlarla karşısındaki anne-oğul tablosuna bakıyordu. Büyük salonda anne-oğul tablosu vardı. Annem, abimle olan en güzel anını tuvale döktürmüştü. Bu malikânenin içinde benim hiç resmim yoktu.
Annem varlığımı fark edince bakışlarını bana çevirdi. Dadıma dönüp konuşmaya başlarken biçimli kaşları çatıldı. Yas tuttuğu için üzerinde simsiyah, bedenini saran elbisesi vardı.
Oğlu, yani abim kayıptı ve annem o günden beri siyahlar içindeydi.
Nanisha ve ikisi Rusça konuşmaya başladığı için ne dediklerini anlamıyordum. Nanisha çekingen bir tavır takınmış, annemin yüzüne bakmadan konuşuyordu. Ne konuştuklarını merak etmiştim. Annem üzgündü. Onu neyin üzdüğünü merak ediyordum. Rusça öğrenmem yasaktı.
Nanisha ne diyeceğini bilemez hâlde dudaklarını ısırdı. Annem yükselen sinirinin esiri olurken fevri bir hareketle masaya doğru ilerledi ve tek bir hamlede masanın örtüsünü avuçlarının arasına alıp kendine doğru çekti. Bağırmaya başlamıştı. Çok öfkeliydi. Sadece yemek yemek için odadan çıkmıştım, şimdi ise yemek masamız dağılmıştı.
Annem, derin derin nefesler alırken kaldırdığı bakışlarıyla bana baktı. Konuşmaya devam ettiğinde öfkesi bir an olsun onu terk etmiyordu. Adımlarını tam önüme attı. Ne dediğini anlamıyordum lâkin bana bu sefer neden kızdığını merak etmiştim. Bakışlarım dadım Nanisha'ya doğru dönmek üzereyken annem beni sertçe çenemden kavradı. Tırnaklarını çeneme bastırmıştı, annem ilk kez bana bu kadar uzun süre dokunuyordu.
Dudaklarım yavaşça titredi. "Lütfen, aynı dili konuşalım," diye fısıldadığımda neredeyse dilimi yuttuğumu sanmıştım. Annem ilk kez direkt olarak benimle konuşuyordu ama ne dediğini anlamıyordum bile. "Türkçe söyle, anlamıyorum seni. Anlamıyorum anne, lütfen. Türkçe söyle."
Tok adım sesleri işittikten sonra bulunduğum salona tanıdık bir ses sızdı. "Moya krasavitsa," diye seslenen babamla birlikte bakışlarım ona doğru kaydı. Anneme hep böyle hitap ederdi. "Niye bağırıyorsun?" Babam anladığım dilde konuşmuştu.
Annem beni rahat bırakıp uzaklaştı. Avuçlarının sıcaklığı tenimi terk etmişti. Ne yaptığımı bilmiyordum ama bana tekrar dokunsun diye biraz daha yapmaya razıydım. Hayal ettiğimden daha sıcaktı elleri.
Babam, annemi kendi kollarının arasına aldıktan sonra sakinleşmesi için saçlarını okşamaya başladı. Ona bir şeyler söyleyerek yatıştırmıştı. Annem ve babam kısa süre konuştuktan sonra birbirlerinden ayrıldılar.
Babam bana doğru dönerek üstten bir bakış attı. "Hisar," dedi, düz bir sesle. Adımı öyle iğneleyici söylüyordu ki, ne için doğduğumu unutmak zorlaşıyordu. "Yemeklere katılmak zorunda değilsin. Bundan sonra odanda yiyebilirsin."
Ellerimi yumruk yapıp tırnaklarımı avuçlarıma bastırdım. "Bir şey mi yaptım baba?" diye sorduğumda bakışlarım dikkatle onu izledi. "Yemek saatini kaçırmadım. Sizi sadece yemek masasında görebiliyorum. Sizinle yemek istiyorum. Odamda yemesem olmaz mı? Ses çıkarmayacağım, eğer annem bundan rahat—"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BRONZ SERİSİ
Mystery / Thriller❝El bebek, gül bebek değil; el bebek, öl bebek.❞ Karanlık örgütün kurduğu düzen için doğmuş bir kız çocuğuyken ona verilen en büyük ceza sevgisizlikti. Kaderini kabullendi ve kartını oynadı. O kim miydi? Hisar Alatav. Hayır, sil. His Alatav. Karanl...