Bölümü iki gün önce yazmayı bitirdiğim halde bir türlü fırsat bulup da paylaşamadım. :(
Nikah salonunun arka kısmında bulunan bekleme odasındaydık. Basık ve küçük bir odaydı; iki kişiden fazla insan olmaması gerekiyormuş gibi hissettiriyordu ama diğerleriyle birlikte orada olmam gerekiyordu. Sonuçta İrem'le birlikte çalışıyorduk ve düşündüğümden daha yakın olduğumuzu hissetmeye başlamıştım. Belki de aynı aileden iki kardeşe aşık olmuş olmamız bunda etkiliydi. Benden başka doğum yapmasının üstünden pek de geçmemiş olmasına rağmen incecik ve epey kırılgan görünen Narin, ona eşlik eden Erdem'in kardeşi Burçin, Dermanların en büyük çocuğu ve tek kızları olan Oya, ara ara gelini kontrol etmeyi görev bilmiş ve aramızdaki tek erkek olan Tunç da vardı. Onur'un annesi Aylin Hanım ise bir süre önce uğramış, başta tepki gösterdiğini bildiğim ama daha sonra fazlasıyla seviyor göründüğü İrem'e bakmaya gelmişti. Hayranlık nidaları atmış ve güzelliğine övgüler yağdırdıktan sonra salona geçmişti.
Gerçekten de İrem çok güzel görünüyordu. Artık gözüme normal görünen mor saçları beyaz, sade elbisesinin etkisiyle daha parlak bir hal almıştı. Sade bir topuz da güzelliğine güzellik katmıştı. Elinde mor-beyaz güllerden oluşan bir buket vardı. "Kuğu gibi" deyimine fazlasıyla uygundu bu haliyle.
Mutlu görüntüsünün altında bir parça da kırgın olduğunu hepimiz biliyor ama dillendirmiyor ya da belli etmiyorduk. Ailesi onun bu mutlu gününde yanında olmayı reddetmişti. İrem onların istediği yoldan gitmediği, onların istediği şekilde bir hayat kurmadığı için böyle davranıyorlardı. Başkaları bunun neden olduğu acıyı anlamayabilirdi ama ben biliyordum, en azından yarı yarıya. Çünkü mutlu anlarımda, yanımda olmasını istediğim anlarda benim de annem yoktu. Mezuniyetlerimde, bir iş başardığımda kutlamak için yanımda durmuyordu, bana sarılmamıştı hiç sevinçle. Babam ve halam hep olsalar da annemin eksikliği hep tam ortada duran kara bir delik gibi kendini belli etmişti. İrem'i nasıl anlamazdım?
Yutkundum ve içimde kopan fırtınayı kimsenin görmesine izin vermedim. Onun yerine aynadan İrem'in gülümseyen yüzüne karşılık verdim.
Bu olumsuzluğu saymazsak ortamda fazlasıyla mutlu bir hava vardı, İrem'in mutluluğu somut bir nesne misali odayı dolduruyor, bize dokunuyordu. Ve dostlarının samimi ortaklığı da eşlik ettiğinde o havaya kapılmamak imkansızdı. Nikah saatinin gelişini beklerken gülücükler ve hoş bir muhabbetin içinde dolaşıyorduk.
Önce nikah ve neden olduğunu anlamadığım bir yerde de eğlence vardı. İrem ve Onur bir sürprizleri olduğunu söyleyip duruyordu ama büyük bir kararlılıkla da saklıyorlardı bu sürprizin ne olduğunu. Oğuz da dahil olmak üzere kimse ne olduğunu bilmiyordu, tek bildiğimiz İrem'in bir süredir uykuda olan deli tarafını hatırlatacak türden bir olay olduğuydu.
Sonunda vakit geldi.
Onur kapıda müstakbel eşini beklerken İrem yüzünde eşini daha önce görmediğim kadar parlak gülümsemesiyle kalktı, onun yanına uçarcasına gitmek istediğini ancak kendini yavaş hareket etmek için zorladığını her mimiğinden anlayabiliyordum, odadaki diğer herkesin de bunu hissettiğine emindim. Biz önden salona inerken dışarıda bekleyen ve heyecanı en az İrem kadar yoğun olan Onur'u selamladık. Onların mutluluğu o kadar yoğun ve bulaşıcıydı ki gülümsememi, mutlu hissetmemi engelleyemiyordum.
Nikah salonuna girdiğimde gözlerim direkt ön sırada, ailesinin yanında yerini almış, bacak bacak üstüne atmış şekilde, fazlasıyla rahat bir edayla oturan Oğuz'u bulmuştu. Kaşlarını hafifçe kaldırıp gülümserken gözleriyle sorduğu soruyu telepati yapıyormuşçasına zihnimde duyabiliyordum. "Yüzüğün nerede?" Takmamıştım, çünkü birden asıl çift kadar önemli bir olay haline dönüşebilirdik. O yüzüğü takmak "OĞUZ BANA EVLENME TEKLİFİ ETTİ VE BEN EVET DEDİM" yazılı, kocaman bir pankart ile dolaşmaktan bir farkı yoktu. Zaman istiyordum. Baskı ise en son istediğim şeydi. Önce sorularla boğacaklar, cevapları aldıkları zaman da doymayacaklardı. Bu sefer o altın soru ile süsleyeceklerdi kulaklarımı. "Evlilik ne zaman?" Evet demiştim demesine, bu bir sözdü ama zamanı ben de bilmiyordum. Ne zaman hazır olacağımı bilmiyordum. Bu yüzden Oğuz'a gülümseyip omuzlarımı hafifçe silkmekle yetindim ve ikinci sırada, ondan biraz daha uzakta kalan bir sandalyeye oturdum. Omzunun üstünden bana baktı, kızgın değildi, aksine neşeliydi ve durumdan eğleniyormuş gibiydi. Beni anlaması, bu konuda yargılamaması ve rahat bırakması huzur ve güven vericiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOL KÖPÜKLÜ
General Fiction[Aşkın Tatları Serisi - 3] Hikayemizi yıllar önce yazmaya başlamıştık, sadece farkında değildik. Aşk bizim için başta tuzlu kahve gibiydi. Ama bazı gerçekler her şeyi değiştirdi. Köpüksüz kahvesini içmeyen biri için kahvenin köpüğü haline geldi...