25. BÖLÜM "Kırık"

11.7K 1.3K 87
                                    

Annemin gittiği günlerde adeta bir hediye gibi görmüştüm "Uzaylı"yı. O kendini başka bir dünyadan gelmiş gibi hisseden, bu yüzden çevresindekilerinin dilini anlamayan biriydi. Bense bu dünyadan olsam da dışlanan, bazen de dışarıda kalmayı tercih eden... İçimdeki ses bana, kimseye güvenme, annen bile bırakıp gitti seni, dese de ben güvenmeyi tercih etmiştim. Buna ihtiyacım vardı. Birinin beni anladığına, birinin beni yargılamadan benimle olmasına ihtiyacım vardı. Kaç gece hayal ettim onu? Kaç geceler yüzünün neye benzediğini kafamda kurmaya çalışırken uykusuz kaldım? Kaç sabah erkenden hazırlanıp o nefret ettiğim okula koştum mektubu geleceği için? Ve ne hayaller kurdum onunla tanışıp yakın olmakla ilgili?

Ve kaç saat bekledim o parkta, o bankta, o lambanın altında?

Ve o da bırakıp gittiğinde ne kadar büyük bir hayal kırıklığına uğradım?

Sonraki yıllar boyunca kapalı kutu olmayı tercih ettim. Yalnızlık mı? Çok da önemli değildi. Zaten beni bırakıp gidecek insanlara güvenmenin bir anlamı yoktu ki. Babama bile baktığımda beni bırakma ihtimalini gördüm yüzünde. Kaçıp gitme isteğini.

Her şey ne kadar da basitti aslında.

Oğuz'la her şey değişecek miydi? Kendime sorunca duygularımın gerçeklerin üzerini ne kadar kolay örttüğünü daha net görebildim. İlk defa, o mektuplardan beridir ilk defa biri kapalı tuttuğum kapıların ardına sızmıştı. Ve Oğuz bunun için özel bir çaba harcamıyordu bile. Kendi varlığı, öylece dururken bile başarıyordu bunu. Sadece bana bakması yetiyordu.

Ah, Paris. Aşıklar şehri dediklerinde alay ederdim. Ama o beni öptüğünde kaçıp gitmesinden ne kadar korkmuştum.

Oğuz da gidecek mi? Bunu düşündüm. Ama Oğuz sözlerini tutan biriydi, Oğuz kaçıp gidecek türden bir adam değildi, Oğuz ne anneme benziyordu ne de adını bile bilmediğim o mektup arkadaşıma. Duygularım mantığımı ele geçirip yönetimi ele aldığında, Oğuz farklı, diye bağırmıştı. Her şey farklı olacak.

Ve o gün buluştuğumuzda, elini elimin üzerine kapattığında, gözlerime bakıp birbirimizi daha yakından tanıyacağımızı söylediğinde gelecek ne kadar da parlaktı. Uzun zamandan sonra yalnızlık hissinin ruhumu terk ettiğini, Oğuz'un onu benden uzaklaştırdığını düşündüm.

Hastanenin uğursuz duvarlarının arasında, o kapının önünde Oğuz'un sesini duyduğumda durmasaydım, meraklanıp beklemeseydim yine aynı kalır mıydı her şey?

Asla öğrenemeyecektim.

Halam eski öğretmenimin rahatsızlandığını söylediğinde gitmek gibi bir düşüncem olmamıştı. İstemiyordum. Onu görmek kilitli tuttuğum anıları özgür bırakmaktan başka ne verecekti bana? Ama halam başımın etini yemekte sakınca görmedi. O kadar emeği, iyiliği geçen bir insana bir geçmiş olsun demeye üşeniyor muydum? Beş dakikamı ayırmak zor muydu?

Ne iyiliği olduğunu bilmiyordum. Beni en çok üzen anıların arasında ise önemli bir yeri vardı. Ama bunu halama hiç anlatmamıştım, anlatmayacaktım da. Haliyle gitmeme isteğimi de anlamayacaktı. En sonunda bir ara uğramak için söz verdim.

İsteksiz bir şekilde hastaneye ulaşıp odasını bulduğumda Oğuz'un sesini duymayı beklememiştim. Onun ne alakası vardı benim öğretmenimle? İçime oturan endişeyi o an anlamlandıramamıştım ama beynim çoktan durumun ne olduğunu çözmüştü, sadece bu bilincime ulaşmamıştı. Duygular, düşüncelerden önce göstermişti kendini.

Kapıyı çalmaya hazırlandım ama yapamadım. Sadece iyice yaklaştım. Yaptığımın yanlış olduğunu söyleyip durdum kendime. Saygısızlık ediyordum. Bana yakışmıyordu.

BOL KÖPÜKLÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin