Herkese merhaba!
Evet, ben. Gerçekten ben! :D
Evet, yaşıyorum, hayattayım.
Yazamayarak geçen haftalardan sonra ağır aksak da olsa kelimeler çıkmaya başladı. Epey paslanmışım. Umarım bu sefer kesin dönerim. Zira sileyim Wattpad hesabımı artık, kıvamına gelmiştim. Zor toparlandım. :)
Görüşmeyeli iyisinizdir umarım. :)
Eh, yeni maceramıza başlayalım o halde!
(Bölüm çok kısa, biliyorum. Ama kendime birden yüklenmek istemedim. Yavaş yavaş ama sindire sindire gidelim. :))
İyi okumalar! ♥
Aynada kendime bakarken derin bir nefes aldım. Onca yıllık emek ve çalışmanın karşılığını alıyor olduğumu hissettiğim ilk gerçek an oydu. Şef olarak katılacağım toplantı için kuvvetli bir heyecanın bedenimi ele geçirdiğini hissediyor, bu heyecanın aşırılaşmaması için elimden geleni yapıyordum. Duygularımı belli etmeyi sevmezdim. Dışarıdan kolay okunmayı, çabuk anlaşılmayı da. Heyecan, üzüntü, öfke gibi duyguların açık olması bana zayıflık gibi gelirdi. Bu yüzden katı durmak isterdim ama o anda bütün çabamı boşa çıkaracak bir heyecanın kollarındaydım.
Şef Fulya Çam. Artık bu şekilde anılacaktım. Sevdiğim mesleğimde üst kademede olacaktım. Kısa zamanda bu kadar yükselmek büyük bir gururdu. Aklımı tamamen işime vermiş, evdeki sıkıntılarımı zihnimden uzaklaştırmak için işimi kullanmıştım. Yemek yapmayı seviyordum, bunu meslek olarak yapmayı da. Ama aslında çoğu zaman meslekten ziyade bir terapi olmuştu benim için.
"Çok güzel oldun kızım..."
Aynadaki yansımamın yanına babamın yumuşak ifadesi eklendiğinde gülümsedim. Gözlerindeki gururu ve mutluluğu okumak bana huzur veriyordu. Onca yıllık acılarından sonra iyi şeyler gördüğü için mutluydu ve bunun sebebi olmak beni de mutlu ediyordu.
"Sana göre hep güzelim zaten..."
"Öylesin." Hafifçe omzumu sıvazladı.
"Nadide! Geç kalacaksın! Başka zaman aynada bir dakika bakmazsın kendine. Şimdi de ayrılmayasın tuttu!"
Halamın aşağıdan bağırışlarını duyduğumuzda babamla aynı anda gözlerimizi devirdik. Halam Çolpan hep olduğu gibi Fulya ismimi kullanmama kuralını devam ettirirken o gün benden daha heyecanlıydı. Krem gömleğimi, siyah, kumaş pantolonumu bir kere bile homurdanmadan, özenle ütülemişti. Saçlarımı bağlamış, hafifçe makyajımı yapmıştı. Bütün bunları yaptığı anlarda içimin nasıl titrediğini ondan gizlemiştim. Çocuksuz bir kadın ve annesiz bir çocuk... Biz hep böyle olmuştuk. Cazgır görünse de ben halamı çok severdim.
"Hadi bakalım..." dedi babam elimden tutarak. Kahverengi gözlerindeki sıcaklığı içime çekip ardından yürüdüm. Artık şef olarak çalışacağım lokantanın diğer yönetici grubuyla tanışmanın zamanı gelmişti.
Evden çıkmadan önce kendi kendine alkış tutup kıkırdayan Müge'den şans öpücüğümü aldım. Onun güzel gözlerindeki ışık her zaman benim tılsımım olmuştu. Onun için ilerlemekten vazgeçmemiştim. Ben de çocuktum annem bizi terk ettiğinde. Ama Müge'nin benden daha fazla annesine ihtiyacı vardı ve bundan mahrum kalmıştı. Bu yüzden annelik rolünü bir parça da olsa giymiştim üzerime.
Arabama binip yola koyuldum ve şehrin ışıkları akıp giderken yeni başlangıçları, hayatın ilerleyişini düşünüp bir kere daha hayret ettim. İşte, her şeyin son bulduğunu, hayatımda iyi şeylerin bir daha asla gerçekleşmeyeceğini düşündüğüm o karanlık günlerden buralara gelmiştim.
Şef Fulya Çam...
Kendi kendime kıkırdadım ve gülüşümü tutmak için dudağımı ısırmam gerekti. Yalnızken bile duygularımı ifade etmek konusunda sorun yaşıyordum. Ama ben de böyleydim işte.
Geldiğim mekân tam da Onur'un zevkini gösteriyordu. Ahşap masalarda oturan insanlar çaylarını, kahvelerini yudumlarken hafif bir uğultu ortalığı kaplamıştı. Mütevazı bir havası vardı buranın. İnsanların yorgun gülümsemeleri ile süslenmiş sohbetlerinden taşan kelimeler kulağıma ulaşırken gözlerim de çevreyi tarıyordu. Mor saçları görür görmez o tarafa doğru yürüdüm. Çoktan birleştirilmiş iki masanın çevresi dolmuştu. Onur'la İrem yan yana oturmuş, çevresindekilere gülümserken tanımadığım yüzler de vardı. Tabi bir de Ozan... O da beni hemen fark etti.
"Of! Bunun bizimle çalışacağının şaka olmasını istemiştim. Gerçekten!"
"Ben de sana meraklı değilim."
Her zaman sinir olmuştum Ozan'a. Sebebi yoktu, yıldızımız ilk andan beri barışmamıştı.
"Hoş geldin Fulya." Onur kardeşini görmezden gelerek bana oturmam için yer gösterirken masadaki diğer yüzlere gülümsedim.
İrem tanıştırdı masadakileri. Uzun saçlarını toplamış, yeşil gözlü, sıska adam İrem'in arkadaşı Tunç'tu ve garson şefi olarak çalışacaktı. Patrondan torpilli olduğunu söyleyip güldü. Bulaşıkhane şefi de tonton bir kadındı, gri, kısa saçları, boncuk gözleri vardı. Adı Ceylan'dı ve sürekli gülümsüyordu.
Birlikte çalışacağım insanları sevmiştim. Tabi beni ilgilendiren kısım mutfaktı ama yine de diğerleri ile de uyumlu olmayı istiyordum. Aşçıların özgeçmişlerini bile İrem'le birlikte incelemiştik. Bütün bunlar kendimi çok iyi hissetmemi sağlıyordu.
"Abim de geliyor..." diyerek Onur başını girişe doğru çevirdiğinde masadaki eksiği fark etmediğimi anladım.
Oğuz Derman, lokantanın ikinci sahibi... Maddi olarak kardeşine yardımcı olmuştu. İsmen duyduğum bu adamı daha önce hiç görmemiştim. Hakkında bilgim de yoktu. Zira kendisi ailesinin lokantası ile ilgilenmemeyi tercih edip kendi yolunda ilerlemeyi seçmiş biriydi ama artık patronum, diyebilirdim. Anlaşılan assolist olup sondan gelmeyi tercih etmişti.
Başımı Onur'un bakışlarının yönünde çevirdiğimde karşılaştığım yüz nutkumun tutulmasına neden oldu. Çünkü ben bu yüzü, bu ukala, üstten bakışları, bu havalı, sert yürüyüşü yıllar önce de görmüştüm. Çünkü ben bu "Herkese iyi akşamlar!" diyen sesi daha önce de duymuştum.
Bu adam yıllar önce başarısız geçen, zorla gönderildiğim randevuda beni küçük düşüren adamdı!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOL KÖPÜKLÜ
General Fiction[Aşkın Tatları Serisi - 3] Hikayemizi yıllar önce yazmaya başlamıştık, sadece farkında değildik. Aşk bizim için başta tuzlu kahve gibiydi. Ama bazı gerçekler her şeyi değiştirdi. Köpüksüz kahvesini içmeyen biri için kahvenin köpüğü haline geldi...