Geçen bölüm uzun zamandır gelmediği kadar çok yorum gelmiş, çok teşekkür ederim. ♥ Yorumları yanıtlamadım, çünkü zamanımı bölüm yazmaya verdim. Bu bölümden sonra da biraz dinleneceğim. ^^
Ayrıca geçen bölümün sonunda bir cümle vardı, heyecan katsın diye onu resimden sonra yazdım ama görmeyenler çok olmuş. Bu bölümü okumadan ona bakın. :))
İyi okumalar. Sağlıcakla kalın. ♥
Oraya vardığımda yarım saat vardı buluşmamız için ayarladığımız vakte. Ama Oğuz çoktan gelmişti, bankta oturuyor ve çevreye bakıyordu, gergin olduğu vücudunun duruşundan, hareketlerinden belliydi.
Oğuz parkı pek bilmiyor olabilirdi ama ben çok iyi biliyordum. Evimize yakın bir yerdeydi ve ben ne kadar istemesem de pek çok kez orada bulunmuştum, zaten benim için farklı anlamlar ifade etmesinden önce de rahatlamak için tek başıma gelir uzun zaman dilimlerini orada geçirirdim. Bankın bulunduğu yerin gerisinde uzun, belediye işçileri tarafından düzenli olarak biçilen çalılar ve o çalıların arasında da bir yürüyüş yolu vardı, hemen yanında ise benim çeneme kadar gelen bir duvar. Oradan Oğuz'u rahatlıkla görebiliyordum ama orada olduğumu bilmediği müddetçe o beni göremezdi. Parkın girişine doğru uzanan yolda geziyordu genelde gözleri, bense onu arkadan izliyordum ve başını çevireceğini hissettiğim zaman hemen eğiliyordum.
Yaptığım şey nereden bakılırsa bakılsın saçmalıktı, çocukçaydı, kendim bile bir anlam veremiyordum. İnsanlar yanımdan geçerken bana şüpheci gözlerle bakıyorlardı, çünkü duvarın orada dikilip aynı noktaya bakıp durmam rahatsız edici görünüyor olmalıydı. Bu yüzden arada karşıdaki kafeye gidiyor, orada biraz zaman geçiriyor, rahatlıyordum.
Ben aslında Oğuz'un vazgeçmesini bekliyordum. Ben vaktinde gelmediğimde bırakıp gidecekti, belki biraz beklerdi fazladan ama çok değil. Benim için neden saatlerce bekleyecekti ki? Uzun zaman önce kimse olmasa bile yanımda olacağını söylemiş ve sonrasında hiçbir şey demeden gitmişti. Hep bu noktaya dönüyordum işte.
Oğuz'un varlığına o kadar alışmıştım ki 28 gün benim için pek de kolay geçmedi. Teklif eden, isteyen bendim ama defalarca vazgeçmeyi, bir bahane bulup ona gitmeyi düşündüm. Her şeyi boş vermeyi, geçmişi silip atmayı ve sadece onunla olmayı düşündüm. Paris'teki anıları düşündüm, ayrılmadan hemen önce verdiği duygu dolu öpücüğü düşündüm ve kafam daha da karıştı, duygularım beni ele geçirmek için büyük bir mücadele veriyordu.
Her an mutfağa girip o ukala gülümsemesiyle bana bakmasını, karizmatik sesiyle "Şef" diye seslenmesini bekliyordum. Bazen gerçekten onun sesini duyduğumu zannediyordum. Kafayı yediğimi, ona olan hislerimin beni delirttiğini hissetmeye başlamıştım.
Onu düşündüğümde aklıma geçmişten çok son zamanlar gelmesi işimi çok zorlaştırıyordu. Kendime bile itiraf etmesi zordu ama onu tanıdıkça çok sevmiştim, bana göndermediği mektupları paylaşmasından sonra daha da artmıştı hislerim. Bu zamana, her şeyi gözden geçirmeye ihtiyacım olduğunu onu gördüğümde aklımın iyice karışmasından, geleceği, birbirimiz için doğru olup olmadığımızı düşünemez hale gelmemden anlıyordum.
Buluşma tarihimize birkaç gün kalmışken kafam karışıktı. Oğuz'la mutluydum, Oğuz'la olmayı seviyordum ama ona nasıl güveneceğimi bilmiyordum. Hatta belki de benden çoktan vazgeçmiş olabileceğini, bu zaman diliminde bensiz hayatının çok daha iyi olduğuna karar vermiş olabileceğini düşünüyordum.
İrem sabah erkenden yanıma geldiğinde yüzünde anlayamadığım, ima dolu bir ifade vardı, zafer kazanmış gibi bakıyordu. Ben malzemeleri kontrol ederken tezgaha yaslandı ve yamuk bir gülüş takındı yüzüne.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOL KÖPÜKLÜ
General Fiction[Aşkın Tatları Serisi - 3] Hikayemizi yıllar önce yazmaya başlamıştık, sadece farkında değildik. Aşk bizim için başta tuzlu kahve gibiydi. Ama bazı gerçekler her şeyi değiştirdi. Köpüksüz kahvesini içmeyen biri için kahvenin köpüğü haline geldi...