17. BÖLÜM "Gurur"

11.4K 1.2K 32
                                    

Müge daha iyiydi, tamamen eskisi kadar enerjik değildi ama iyiydi. Düzelecekti. Kendime bunu tekrar ediyor, aklımın gerisinde beni uyaran sesi duymazdan gelmeye çalışıyordum. Onunla zaman geçirirken, yemeğini yedirirken, anlamadığı halde izlemeyi çok sevdiği çizgi filmleri izlerken ben de onu izliyordum. Gözlerinde zaman zaman yorgunluk görüyordum. Benim uydurmamdı. Düşünceleri bir bebeğin seviyesinde olan bu kız neden yorgun hissedecekti ki?

Yine de her şeye rağmen, günlerimi eski rutinime getirmeyi başardım. O zayıf halimden, korkmuş ruhumdan sıyrıldım. Yeniden dimdik durdum. Sonuçta hep başarmıştım zaten. Daha küçük yaşlarda böyle olmayı öğrenmiştim. Zor olmuştu ama bugünlere gelmiştim.

Oğuz'la sonraki birkaç karşılaşmamızda o günden hiç bahsetmedi. O güne ima eden hiçbir şey söylemedi. Hem rahatlatıcı hem de rahatsız ediciydi. Neredeyse acaba yaşamadık mı öyle şeyler, diye düşünmeye başlamıştım.

Oğuz Derman'ı anladığımı düşünmeye başladığım an anlayamadığımı gösteren yeni davranışlarıyla çıkıyordu karşıma.

Yine bir izin günüm daha gelmişti. Hiçbir şekilde dışarı çıkmayı düşünmüyordum. Şubat peşinde kuru bir soğuk getirmişti, soğuğu sevmiyor değildim ama bu türünden hoşlanmıyordum. Evde kalmak, Müge'yle oyun oynamak ve biraz da kitap okumak dışında hiçbir planım yoktu. Tabii bir de benim gibi evde kalmayı planlayan halamla takışmak...

Gün yarılanmıştı ki telefonumun masanın üstünde titreyerek vızıltı çıkardığını duydum. Ekranda Oğuz'un adını görünce kaşlarımı çatarak telefonu elime aldım.

Açtığım an beklemediğim bir tonda "Neredesin?" diye sordu. Heyecanlı ve aceleci bir tavrı vardı. Ki bu Oğuz Derman'da göremeyeceğim türden bir durumdu.

"Evdeyim. Ne oldu?"

"Buluşabilir miyiz?"

"Ne oldu ki?" dedim soruma cevap vermemesinden hoşlanmayarak.

"Telefonda söylemeyi istemiyorum. Buluşabilir miyiz? İstersen yanına gelebilirim?"

Gözlerim hemen karşımdaki geniş koltukta oturan Müge ve halama kaydı.

"Hayır." dedim net bir şekilde. "Dışarıda buluşalım."

Buluşma yerimizi ayarladıktan sonra odama koşup üstümü değiştirdim. Saçlarımı taramak dışında herhangi bir çabada bulunmadan fırladım, çünkü meraktan içim içime sığmıyordu. Korkuyordum da. Oğuz'un telefonda söylemek istemeyeceği ne olabilirdi ki?

Dört duvar arasında oturmak istemediğini söyleyip beni iyice meraklandırmıştı. Dikkat çekmek konusunda üstüne yoktu doğrusu.

Kendimi deniz kıyısında bulduğumda koyu renkli deniz hafifçe sallanıyor, soğuk rüzgârın varlığını belli ediyordu ama ben hızla hareket ederken terlediğimi hissediyordum. Söylediği yerde, taşların üzerinde denizi izleyen Oğuz'u gördüğümde adımlarımı iyiden iyiye hızlandırdım. Soğuk bir iş günüydü ve nadiren olacak şekilde tenhaydı ortalık. Alelacele yürüyen birkaç insandan başka görünen yoktu.

Yanına vardığımda nefes nefese kalmıştım.

"Ne oldu?" dedim yüzünden ne olduğunu anlamaya çalışarak. Ve inanılmaz bir şekilde ilk defa hislerini yüz ifadesinden anlayabilmiştim.

Heyecanlı ve sevinçli görünüyordu.

"Başardın." dedi.

Gözlerimi kırpıştırdım onun yüzüne bakmaya devam ederken. Neyi başardığımı anlamaya çalışıyordum. Gözlerini kısarken başını hafifçe yana eğdi. Anlamamış olmam onu eğlendiriyordu sanki.

"Başardın, elemeyi geçtin. Fransa'daki yarışmaya katılacak ilk 12 içindesin."

Duyduklarımı algılamaya çalıştım. Evet, başarmak isteyerek gitmiştim o elemeye. Ama daha önce Fransa'da bulunmamıştım. Fransız aşçılarla çalışmamış, bunun için özel bir eğitim almamıştım. Tamamen kendi çabamla öğrenmiştim öğrendiklerimi. Orada bir sürü ülkeden alanında uzman, benden çok daha eğitimli, onlarca, yüzlerce aşçı vardı. Finale kalma olasılığım çok düşüktü.

"Ben... Ben başardım..." derken kendimi bir rüyanın içinde gibi hissettim. "Fransa'ya gideceğim. Yarışmaya katılacağım, öyle mi?"

"Evet. Sen yaptın!" dedi Oğuz gülerek. Oğuz'u daha önce gülerken görmüştüm elbet. Ama bu kadar içten, büyük bir gülüşü hiç göstermediğini fark ettim. Bana bir adım attı ve elini omzuma yerleştirdi. "Gurur duydum." Hafifçe omzumu sıktığında nefesimi tutmaktan alamadım kendimi.

Mutlu görünüyordu ve gurur duyduğunu söylüyordu. Oğuz'un benimle gurur duyuyor olması kalbimi kabartmıştı. Böyle hissetmemiştim daha önce. Şef yardımcısı olacağım söylendiğinde ya da şef olduğumda bile. Övgüleri hak ettiğimi düşündüm, bir şey hissetmedim çoğunlukla.

O anda Oğuz'un sözlerinin ve bakışlarının aldığım haberden daha büyük bir heyecan uyandırdığını fark etmek gerilmeme neden oldu.

"Teşekkür ederim." Kelimeler zorlukla çıkmıştı ağzımdan. Oğuz elini çekti ve sanki saklamak istermiş gibi hızla cebine yerleştirdi. "Biraz yürümek istiyorum. Sanırım bu haberi sindirmem zor olacak."

Oğuz başını salladı.

"Birlikte yürüyelim."

Denizin kıyısında yürümeye başladık. Dalgalar hırçın bir şekilde vurmaya başlamıştı şimdi kıyıdaki büyük taşlara. Kalbim de dalgalar gibi savruluyordu. Yanaklarımda bir ateş vardı. Yürürken Oğuz'la dirseklerimiz değiyordu bazen. Çekip çekmemek arasında kararsız kalıyordum.

"Yapacağını biliyordum." Oğuz sessizlikten usanmış gibi konuşmaya başladığında ona baktım. Burnu kızarmıştı. "Gerçekten... Yemeğini yediğimde hissetmiştim."

"Söylemiştin ama beni heveslendirmek için söylediğini düşündüm."

"Sen iyisin." Başını salladı yukarı aşağı, sözlerini kendisi onaylıyor gibiydi. "Sıkı çalışıyorsun. İşini ciddiye alıyorsun. Aşçılık senin için para kazanma kaynağı değil. Sevdiğin işi yapıyorsun ve para sadece bir sonuç, amaç değil. Bu şekilde başarılı olmaman beklenemez." Övgülerini sıraladığında zorlukla yutkundum. "Böyle düşünmemi sağlayan pek fazla kişi olmuyor. Ve güvenimi boşa çıkarmaman beni mest ediyor."

O anda bir yerlere saklanmak istedim.

"Böyle konuşmana alışık değilim."

"Böyle çok sık konuşmam zaten."

"Arkadaş için özel muamele mi?"

Adımları önce yavaşladı, sonra durdu. Yönünü bana doğru çevirdi. Ben de durmuş ona bakıyordum.

"Hayır. Gerçekten hak ettiğin için."

Gözlerine baktım. Gülümsemiyordu. Yine yüzüne perde inmişti. Az önce bir anlığına okuduğum o yüz yine bilmediğim bir dilde yazılmış bir kitap haline gelmişti. Ama uzun saniyeler boyunca kendime engel olamadan o yüze bakmaya devam ettim. Böyle bir his yeniydi. Arkamızda yaşam akıyordu ama sanki bizim için, daha doğrusu benim için zaman durmuştu sanki.

"Çok çalışacağım." dedim. "Sonuncu olmayacağım."

"Biliyorum. Olmayacaksın."

Sonra yürüdük. Birlikte, sessizce... Hem korkuyla hem heyecanla yürüdüm onun yanında.

***

Kısa ve öz bir bölümle geldim. Umarım beğenmişsinizdir. ^-^

Hepinizin yeni yılını kutlarım. ♥

Evet, sadece sayılar değişiyor, pek bir anlamı yok ama yeni yılın gelişi bize 365 gece ve gündüzü geride bıraktığımızı gösteriyor. 

Umarım yeni yıl bu yıl kadar acı çektirmez. 2019, ACI BANA...

BOL KÖPÜKLÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin