İyi okumalar! :) ♥
Paris'teki otelimiz şehrin manzarasını önümüze bir deniz gibi seriyordu, bu yabancı şehirdeki enfes manzaraya bakarken içimi çekmekten kendimi alamadım. Yolda gördüğüm Sen Nehri de belli belirsiz kendini gösteriyordu. Bu oteli bulmak için Oğuz'un epey uğraştığını biliyordum. İstediği konumda bir otel bulmak Fransa söz konusu olunca epey önem kazanmıştı.
Yol boyunca gözlerimi alamamıştım dışarıdan. Hep olduğu gibi keyfine epeyce düşkün olan Oğuz internet üzerinden kiraladığı siyah otomobili kullanırken ben ağzım açık dışarıyı izliyordum. Halimi fark ettiğimde toparlanmaya çalışsam da yine aynı duruma gelmem uzun sürmüyordu.
Hayatımda ilk defa başka bir ülkedeydim! O anda bunun dışında pek bir şey düşünemiyordum.
Yol üzerinde gördüğüm ünlü yerlerden biri Zafer Takı'ydı. Benim için Paris'le ilgili araştırma yaparken gördüğüm fotoğraflardan ibaret olan bu anıta da hayranlıkla baktım. Oğuz zor olsa park yeri bulup kısa süreli rehber rolüne büründü. Çevreyi izlerken kulağıma birkaç kelime ulaşmıştı sadece, Napolyon, anıt gibi.
Kendimi geniş, gri beyaz nevresimli yatağın üzerine bırakıp cam duvarın karşısındaki manzaraya bakmaya devam ettim.
Birden Müge'nin de burayı görmesini istedim ama bu kadar uzun bir yolculuk onun için doğru olmazdı. Böyle bir yere gerekli sağlık önlemleri olmadan gelemezdi. Keyfi bir yolculuğa çıkamazdı. İki kardeş olarak dolaşamazdık. Ona Zafer Takı'nı ya da Sen Nehri'ni gösteremezdim, birlikte hayranlıkla bakamazdık, hayretle kıkırdaşamazdık. Buraya gelse bile gördüklerinin ne olduğunu anlayamazdı.
O sırada kapı çaldı ve beni düşüncelerimden ayırdı. Kimin geldiğini bildiğim için kendi dilimde "Gir" dedim rahatlıkla.
Oğuz başını içeri uzattı. Bu kez siyahlar içinde değildi. Gri keten bir pantolon ve lacivert bir tişört geçirmişti üzerine. Ve ben yine gözlerimi kaçırmak zorunda hissettim. Ona uzun bakmak çok zordu.
"Beğendin mi odanı?"
"Her şeyi çok beğendim..." dedim gözlerim dışarı bakmaya devam ederken. "Ortam çok güzel."
"Zevkim iyidir." Yanıma gelmişti, öylece dikiliyordu. Ona bakmasam bile varlığını fazlasıyla hissediyordum. Adeta çevresine bir enerji yayıyordu. "Gezi planını tek bir günle sınırlı bıraktığın için rahatsızım."
"Doğru olan bu." Oğuz'a kalsa daha fazla zaman harcardı ama ben bir günü gezmeye, diğer günlerimi ise çalışmaya ayırmak istemiştim. "Buraya tatil için gelmedim."
"Belki tatil için de gelmeliyiz. Bir başka sefere..."
Sözlerini duyunca gözlerimi şaşkınlıkla yukarı kaldırdım. Elleri pantolonunun ceplerinde başını eğmiş bana bakıyordu. İfadesi ciddiydi, şaka yapıyor gibi görünmüyordu.
"İkimiz mi?"
"Neden olmasın?"
"Neden olsun?" Gözlerimi iri iri açmamı engelleyememiştim. O kadar doğal bir şeymiş gibi davranıyordu.
"Arkadaşız sonuçta. Arkadaşlar arasında böyle şeyler sorun oluyor mu? Bilmiyordum."
"Arkadaşlar arasında olmasa bile bunu öğrenirse normal karşılayacak bir çevrede yetişmedim. Senin için de çok farklı değildir."
"Çevrenin dediğini umursamıyorum." derken omuzlarını kısmıştı. Gerçekten de böyle bir şeye takılacağını düşünmem bile hataydı.
"Umursamana gerek yok. Ama o kadar sorgularlar ve insanın başının etini yerler ki umursamış olmayı tercih edersin. Ben de başımın ağrımaması için dikkat ediyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOL KÖPÜKLÜ
General Fiction[Aşkın Tatları Serisi - 3] Hikayemizi yıllar önce yazmaya başlamıştık, sadece farkında değildik. Aşk bizim için başta tuzlu kahve gibiydi. Ama bazı gerçekler her şeyi değiştirdi. Köpüksüz kahvesini içmeyen biri için kahvenin köpüğü haline geldi...