31. BÖLÜM "Yenilgi"

11.6K 1.2K 70
                                    

Arabamdan normal olmayan, sıkıntılı bir ses çıktığında bir sorun olduğunu anlamalıydım ama ben yine de yola devam ettim. Ama yolumu daha yeni yarılamışken artık sorunu her neyse buna dayanamadığını belli edince kenara çektim. Ondan sonra da hasta arabamı tekrar çalıştıramadım.

Kaputu açmak, biliyormuşçasına sorunu araştırmak için bile hareket etmedim. Şoför koltuğunda arkama yaslanıp servisi aradım ve acele etmelerini rica ettim. Hemen sonrasında Aytaç'a haber verdim.

Servis hemen gelmedi, ben de o sırada yanımdan hızla geçen araçları izlerken düşüncelere dalmak zorunda kaldım. Ne kadar kaçsam da hayat sürekli beni kendi kafamın içinde hapis bırakmak için önüme fırsatlar koymaya devam ediyordu. Şimdi arabanın içinde oturmuş dururken aklım yine aynı noktada kaybolup gitmişti.

Günler geçiyordu ve Oğuz'la kavgamız aynı şekilde devam ediyordu. Bu durumdan sıkılmıştım ama Oğuz vazgeçecek türden bir adam değildi. Artık duruma alıştığım bile söylenebilirdi. Neredeyse bir rutinimiz olmuştu aramızda. Oğuz lokantaya geliyor, saçma bahanelerle görüşmek istiyordu; İrem'se aramızdaki çekişmeye çanak tutmaktan zevk alırcasına toplantı ayarlamaktan kaçmıyordu. Oğuz'un yaptığı tek şey ise gözünü bana dikmek oluyordu. Bazen ona aynı şekilde karşılık veriyordum ama bakışlarındaki bir şey, tanımlayamadığım, ifade edemediğim bir şey uzun süre onun gözlerine bakmama engel oluyordu.

Birileriyle bu konuyu konuşabilmeyi dilerdim. Korkmadan içimi açıp güvenerek danışabileceğim birileri olsun isterdim. Ama dışarıdan en yakın göründüğüm insanlarla bile bu konuda konuşabileceğimi sanmıyordum. Kendimi kayıp hissettiğim oluyordu, kafam karışıktı ve yalnız hissediyordum. Böyle zamanlarda annemin bizi terk etmesinden sonra sürekli bir gruba dâhil olmaya çalışan ama sonunda dışlanan, dışlanmayı seçen zayıf halime dönmüşüm gibi hissediyordum ve bundan nefret ediyordum.

Hayatımda beni derinden etkileyen iki olay vardı; ikisini de farklı nedenlerle paylaşmaktan, üzerlerine konuşmaktan kaçıyordum.

Birincisi: kardeşimin durumu ve annemin gidişi. İnsanların yaşadığım üzüntüyü ve kızgınlığı anlayabileceği olaylardı, hissettiğim duygularda bana hak verirlerdi. Ama gözlerindeki acıma duygusundan nefret ederdim. Çoğu insanın acıması aslında üstünlükten gelirdi, hallerine şükrederlerdi içten içe. Bana bakarlar, durumlarının aslında ne kadar iyi olduğunu düşünürlerdi. Onlara yaşadıklarımı anlatmaktansa soğuk ve kendini beğenmiş görünmeyi tercih etmiştim hep.

İkincisi: mektup arkadaşım. İşte bu da diğerinin tersine hislerimi asla anlamayacakları bir olaydı. Denememiştim bile birileriyle paylaşmayı. Yüzünü bile görmediğim bir mektup arkadaşı yüzünden üzülmemi küçük görürlerdi. Beni basit bir olayı abartmakla itham ederlerdi. Kalbimin ne kadar kırıldığını, güvenimin nasıl paramparça olduğunu, yalnızlık ve terk edilme duygusunun beni nasıl boğduğunu asla anlamazlardı. Acıyı çok iyi bildiğim halde bu kadar küçük bir olaya nasıl bu kadar üzüldüğümü asla anlamazlardı. Her zaman geride bırakılan olmanın nasıl acıttığını asla anlamazlardı. Bir demiri ve bir camı yere atıp sonra demiri göstererek camı kırıldığı için azarlamaya benzerdi halleri. Kimisi acı yarıştırır, kimisi küçümser, kimisi acırdı.

Sonunda hiçbir şey anlatmamıştım. Halama bile. Şimdi birine "Ne yapmalıyım?" diye sormanın ihtiyacını hissediyordum. Ama hep olduğu gibi yoluma tek başıma gidecektim, kararlarımı kendim verecektim.

Servis geldiğinde düştüğüm düşünce dehlizinden kurtulduğum için rahatlamıştım, bir taksi durdurdum ve lokantanın yolunu tuttum.

İş iyi gelmişti, hep olduğu gibi. Zihnim bıçakların, kepçelerin gürültüleri arasında kayboldu. Aksilikle başlasa da günüm iş yerinde her şey yolundaydı. Hatta Oğuz da gelmedi ve onu görüp yine karmakarışık hissetme sıkıntısını yaşamamış oldum. İyi, yoğun, yorucu geçen bir günden sonra ise kendimi daha iyi hissediyordum.

BOL KÖPÜKLÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin