33. BÖLÜM "Kısa Bir Ara"

12.4K 1.3K 82
                                    


Orada öylece oturuyordum. Ne düşündüğümden bile emin değildim. Gözlerim herhangi bir noktaya odaklanmamıştı. Ellerim koltuğun yumuşak yüzeyinde dolaşıyordu. Sanırım o anda o yüzeyi oluşturan iplikleri, düğümleri düşündüm. Nasıl da her biri bütünün önemli bir parçasıydı.

Arkamdaki Amerikan tipi mutfaktan tıkırtılar geliyordu. Kaynayan suyun sesini, bir bardak çınlamasını duydum. Ve güzel bir koku burnuma geldi. Melisa çayı kokusu...

Oğuz'la gitmeyi defalarca reddetmemiştim, inatla kaçmaya çalışmamıştım. Gözlerindeki endişe samimi görünmüştü ve gerçekten nereye gideceğimi bilmiyordum. Düşününce gidecek bir yer bulamamıştım zaten. Hiçbir yere ait değil gibiydim ve sığınabileceğim, yardım alabileceğim, güvenebileceğim kimse yoktu. Olanları öğrenirse avazı çıktığı kadar bağıracak, adresi elimden söke söke alıp öfkeyle bulmaya gidecek halam mı? Ya da olanları duyarsa benden kat be kat daha fazla yıkılacak, kırılgan babam mı? İkisi de değildi.

Oğuz beni taksiye bindirip evine getirmişti. Kukla gibi hissediyordum kendimi, nereye yönlendirirse oraya yürüyordum.

Evi siyah tonlarında döşenmişti ama boğucu değildi. Çok fazla eşyası yoktu. Modern tarzda, sade ve ferahtı, neredeyse minimalist. Bu evi, kime ait olduğunu bilmeden görmüş olsaydım tereddütsüz Oğuz'un olduğunu söyleyebilirdim. Kişiliğinin bir yansıması gibiydi. Herkes siyah rengin karanlık olduğunu düşünebilirdi ama bu evde siyah insanı rahatlatıyordu, bütün o renklerin kaosundan, karmaşasından kaçıp sığınmak için ideal bir köşeydi.

Bunları düşündükçe benim için siyah olan Oğuz'un sığınabileceğim tek ev olduğunu fark ettim. Başkasına zaten gidemezdim. Ama Oğuz yanımda olmasaydı, peşimden inatla gelip olanlara şahit olmasaydı da Oğuz'a gidecektim.

Tırnaklarımı koltuğun yüzeyine batırıp gözlerimi sımsıkı kapattım. Akmak için inat eden, boğazımı düğümleyen gözyaşlarıma hâkim oldum. Kalbim ağrıyordu. Sadece annemle ilgili olaylardan dolayı değil, yıkıldığımda Oğuz'a ihtiyaç duyduğumdan. Ona öfkeli olmalıydım, ondan medet ummamalıydım, Oğuz'a zayıflığımı göstermemeliydim ama tam tersine onun evinde oturuyordum.

Koltuktaki hareketle gözlerimi açtım ve yanıma yerleşen Oğuz'un çatılmış kaşları altında beni süzen gözleriyle karşılaştım. Elinde sade, beyaz bir porselen fincanda melisa çayı tutuyordu. Birkaç yaprak sessizce dolaşıyordu üzerinde.

"Rahatlatır." dedi önümdeki cam sehpaya fincanı koyarken. Başımı salladım. Ve fincana uzanıp sanki yapmam gereken bir görevmiş gibi çayı yudumladım. Sıcak sıvının boğazımdan aşağı inişine odaklandım bir süre. Bir yudum, sonra bir yudum daha. Keşke bu çay sihirli bir şekilde daha iyi hissetmemi sağlasaydı. Sadece bir parça rahatlama ile beni aldatıyordu.

Bütün o dakikalar boyunca Oğuz'un bakışlarını üzerimde hissettim. Ona dönmedim ama gözlerini benden ayırmadığını hissediyordum. Çayı tüm sıcaklığına rağmen ara vermeden yudum yudum içtim.

"Nasıl? Daha iyi hissediyor musun?"

Başımı yukarı aşağı salladım. En azından vücudumda gerilen kaslar gevşemişti ve keskin bir acıdan yumuşak bir şekilde süzülen bir hüzne geçmiştim.

"Uyumak ister misin?"

Gözlerimi yeniden Oğuz'a çevirdim.

"Neden?" dedim çatallı bir sesle. "Neden sen olmak zorundaydın?" Oğuz irkilerek geri çekildi biraz. Nefesini tuttuğunu görebiliyordum. "O mektupları neden sen yazmış olmalıydın ki? Neden beni daha öylece bırakmış olan sensin?" Hafifçe güldüm, durum gerçekten komik görünmüştü. "Ama olması gereken buydu, değil mi? O satırlarda yazanlara kapılmıştım, tabii ki yeniden aynısını yapabilecek kişi o satırların sahibi olmalıydı." Oğuz sessiz kaldı. Gözlerini çekmeden bana bakmayı sürdürdü, tuttuğu nefesini vermişti ve bana yaklaşmıştı tekrar. "Annem neden terk etti? Sen neden terk ettin? Neden gittiniz? Anlamıyorum. O kadar kötü müydüm? Beni bırakmak o kadar kolay mıydı? Size çok güvendim, ben... Anneme... Sana..."

BOL KÖPÜKLÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin