30. BÖLÜM "Güven, Öfke, Kıskançlık"

13.1K 1.3K 54
                                    

Kulaklarıma bir uğultu dolmuştu, gözlerimi kapatıp sadece bir rüya olduğuna inanmak istedim. Bütün bu anlar, bütün bu saçmalık aptalca bir rüya olmalıydı. Ama değildi. Öylece dikildiğim noktada zaman geçerken, saniyeler akarken yaşadığım her şey hep olduğu gibi gerçekti.

Yavaşça arkamı dönerken, yüzümü Oğuz'a çevirirken gücümü topladım. Ona karşı birkaç sözcükle dağılmaya başlayan duvarlarımı aldığım birkaç nefesle yerine diktim. Zayıflayan öfkemi tazeledim her geçen saliseyle. Ona inanmayacaktım. İnanamazdım. Aynı hatayı kaç defa tekrar ederdi insan? Öğrenmemiz değil miydi bizi insan yapan? Çoktan öğrenmeliydim, tereddüt ediyor olmam bile yanlıştı.

"Aşıksın..." dedim başımı kaldırdığımda, gözlerine odaklandığımda. Bakışlarında neredeyse yalvarış diyebileceğim bir acı vardı. Bir insan gözlerinin en derinine kadar yalan söyleyebilir miydi? "Ne kadar kolay söylüyorsun gerçek olmayan şeyleri. Eminim yıllar önce, artık ben varım, dediğin zaman da hiç düşünmemişsindir. Sonrasında ne olacağını, ne olacağımı..." Yutkundu, gözlerimizi kırpmıyorduk. İkimiz de sanki gözlerimiz bir anlığına kapanırsa kaybolacakmışız gibi bakıyorduk birbirimize. "Kafamda hiç böyle biri değildin. Bu kadar kolay yalan söyleyebileceğini düşünmezdim."

"Yalan değil..." derken yumruklarını sıktığını görebiliyordum. "Lanet olsun, hayatımda söylediğim en gerçek şey bu."

Gülmekten kendimi alamadım, böyle alaycı, küçümseyici gülebileceğimi düşünmezdim.

"Sana inandığım her seferinde güvenimi nasıl parçaladığını hesaba katıyor musun? Nasıl da kendinden eminsin, her seferinde böyleydin. Belki de bu yalana çok fazla inandığın içindir. Belki de gerçekten kendine bu gerçek diyorsundur. Ama ben verdiğin sözlerin, arkasında durduğunu sandığın gerçeklerin hiç de öyle olmadığını öğreneli çok oldu."

Birden derin bir nefes verip hızlı bir adımla bana doğru atıldı, korkuyla geriye çekilsem de duvarla Oğuz'un arasına sıkışıp kaldım. Ellerini iki yanıma yasladı, böylece ona fazlasıyla yakındım. Sanki kaçmamı engeller gibi beni kendinden meydana getirdiği bir hapishanenin içine tıkmıştı. Beynimin içinde durum böyleyken fiziksel dünyada da aynısı olmuştu.

"Bana bak. Gerçekten yalan söylediğime inanıyor musun?"

Sinirle soludum.

"İnanıyorum. Hem de bu dünyada en çok buna inanıyorum. Senin güvenilmez biri olduğuna, senin yalan söylediğine."

"Bir hata yaptım. Verdiğim sözü tutmadım. Ama sana yalan söylemedim. Sana söylediğim sözlere inandım."

Kısılmış gözlerinde kara bir delik halini almış göz bebeklerinde benim yansımam vardı. Ona bu denli yakın olmak acı veriyordu. Bunun iyi hissettirdiği zamanları hatırlamaya çalışsam da sanki binlerce yıl geçmişti üstünden.

"Ben de bundan bahsediyorum. Kendi yalanlarına inanıyorsun Oğuz. Kendine bile yalan söylüyorsun. Aşık olduğunu mu düşünüyorsun? Yıllar önce benimle olacağını söylediğin zaman da buna inanarak söylememiş miydin? Sonra çekip gittin. Şimdi nasıl emin olabiliyorsun? Şimdi aşık olduğunu söyleyip sonra vazgeçmeyeceğinden nasıl emin olabiliyorsun?" Şaşkınlıkla uzaklaştı. Sorularımın onu vurduğunu görmüştüm. Ve bu tereddüdü benim için pek çok şeyin kanıtıydı. "İşte böyle Oğuz, işte böyle. Emin olamazsın. Ben de sana bir daha güvenemem. Senden geçmişin intikamını almıyorum. Ben şimdine inanmıyorum sadece."

Başını iki yana salladı, dudakları yeni kelimeler için aralandığı sırada yanımdaki kapı açıldı, sunumdan önce beni karşılayan kadın gelmişti. Gözleri şüpheci bir tavırla Oğuz'da dolaştıktan hemen sonra gülümseyerek bana döndü.

BOL KÖPÜKLÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin