Ertesi güne uyandığımda tamamen mutlu, güvenli, yeni bir insan olacağımı düşünmüştüm. Ama o kadar kolay değildi. Gecenin üçünde hatırlayamadığım bir kabustan irkilerek, ter içinde uyandım ve bir süre nerede olduğumu anlamaya çalışarak yatağımda oturdum. Kalbim gümbürdüyor, ellerim titriyordu ve ağlama isteğiyle doluydum.
Uzun süre karanlıkta uyanık kaldım, yatağa yeniden uzandığımda uyku çoktan bedenimi terk etmiş, beni gecenin sorularıyla baş başa bırakmıştı. Uzaktan gelen araba gürültülerini, ambulans sirenlerini dinledim ve kabusumu hatırlamaya çalıştım.
Zihnim sorumun cevabını parça parça gösterdi sonra.
Evimden çıkıyordum, işe yetişmeye çalışıyordum sanırım ama daha birkaç adımda gökten yanan kağıtlar yağmaya başlıyordu. Korku içinde eve geri koşmak istiyordum ama arkamı döndüğümde evimin artık yerinde olmadığını görüyordum. Korkum katlanırken gözlerimle sığınacak bir yer bulmaya çalışıyordum, kollarıma dokunan bazı kağıt parçaları üzerimdeki kıyafetleri yakıyordu. Ama gidecek bir yer bulamıyordum, ıssızlığın içinde kaybolmuştum.
Çaresizce koşuyordum, koşuyordum, koşuyordum. En sonunda birini görüyordum ve ondan yardım istemek için o kişiye yetişmeye çalışıyordum. O kişiye yakınlaştığımda Oğuz olduğunu fark ediyordum ve bir rahatlama ruhumu sarıyordu. Onun kolunu yakalıyordum, Oğuz'un sert, şaşkın bakışları bana döndükten hemen sonra kolunu hızla çekiyordu ve beni geriye savuruyordu. Doğrulup başımı kaldırdığımda Oğuz'un orada olmadığını görüyordum.
Kabusum bana her şeyin öylece geçmeyeceğini gösteriyordu sanki.
Ama ben Oğuz'a güvenecektim. Bu kararı vermiştim, onunlayken iyiydim, mutlu olacaktım ama işte ondan ayrı kaldığım an korkularım beni ele geçirmişti, onu tekrar görememe korkusu, birden yine bırakacağı korkusu.
Ya ciddi bir ilişkiye başlamak ona buna uygun olmadığını gösterirse? Ya pişman olursa?
Yaptığımın saçma olduğunu bilsem de telefonumu elime aldım ve ikinci kez düşünmeden Oğuz'u aradım.
Birkaç çalıştan sonra telefon açıldı ve kalbimden ağırlığın anında kalkmaya başladığını hissettim.
"Alo?" dedi çatlamış, uykulu sesiyle.
"Oğuz..." Yutkundum, ararken ne diyeceğimi zerre düşünmemiştim. Sadece sesini duymak, bana cevap verip vermeyeceğini bilmek istemiştim.
"Fulya? Bir sorun mu var?" Telefonu bırakmadan kıpırdandığını duyabiliyordum, sanırım yataktan kalkmıştı. "İyi misin? Ne oldu? Neden aradın bu saatte?" Sesinde saf bir endişe vardı, bu beni memnun etmişti, ne kadar doğru olmadığını bilsem de.
"İyiyim, sorun yok, iyiyim..." Derin bir nefes aldım, ne demem gerektiğini gerçekten bilmiyordum. Doğruyu nasıl söyleyeceğimden emin değildim."Sesini duymak istedim sadece." Oğuz şaşırmış olmalıydı, bir şey diyemedi. Rahatlığım pişmanlığa dönüşmeye başlamıştı. "Bu saatte uyandırdığım için özür dilerim."
"Ah, hayır, hayır. Kesinlikle sorun değil." Telaşla söylemişti bunları, gülümsememi engelleyemedim. "Sadece endişelendim, bir şey oldu sandım. Tabii ki beni istediğin zaman beni arayabilirsin."
O konuşurken gözlerimi kapattım, elimdeki telefonu parmaklarımla sımsıkı tutuyordum.
"Ben sadece... Orada olduğundan emin olmak istedim. Aradığımda açacak biri olduğunu bilmek istedim."
Sözcüklerin aramızda kocaman bir kaya gibi oturduğunu hissetmiştim. Oğuz konuşmuyordu ama güçlü nefes seslerini duyabiliyordum. Karşılıklı uzun ve derin bir sessizliği paylaştık. Endişeler, geçmiş, sorular aramızda asılı duruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOL KÖPÜKLÜ
General Fiction[Aşkın Tatları Serisi - 3] Hikayemizi yıllar önce yazmaya başlamıştık, sadece farkında değildik. Aşk bizim için başta tuzlu kahve gibiydi. Ama bazı gerçekler her şeyi değiştirdi. Köpüksüz kahvesini içmeyen biri için kahvenin köpüğü haline geldi...