Huhuuuu, bölüm geldi haanııımmm! :))
Hadi, iyi başladım, böyle de gider inşallah! ♥
İyi okumalar! :)
Birbirini takip eden günlerde, her gün birbirine benzemeye başladığında daha huzurlu olduğumu düşünürdüm her zaman. Çünkü her şey aynı kalacakmış hissini bende uyandırırdı. Ama günler ne kadar birbirine benzese de hiç tahmin etmediğimiz bir anda bütün dengenin bozulacağını çok iyi biliyordum.
Müge'ye baktığımda düşündüğüm buydu. Bazı sabahlar benden ayrılma konusunda çok sıkıntı yaşıyordu. Bazen bana, abla, yerine anne dediği oluyordu ve onlarda içimde bir şeyin parçalandığını hissediyordum, tek yapabileceğim gülümsemek ve onu hoş tutmaktı. Genç bir kadın görüntüsünün altında 3-4 yaşında bir çocuk zihniyle yaşayan kardeşim... Ona baktığımda vicdan azabı hissediyordum.
Annemin bizi terk ettiği o günlerde, onun suçlu olduğunu düşünürdüm kimseye belli etmeden. Eğer Müge sağlıklı olsaydı, annem bizi bırakmazdı, hep bizimle kalırdı. Ama bu düşüncenin vicdan azabı hep benimle kaldı. Aslında beni bırakmayacak, bırakamayacak tek insanın Müge olduğunu iki kez tecrübe ettim.
Bazı zamanlar işte bunları düşünüyordum. Bunları düşünüp her şeyin yerli yerinde olduğuna emin oluyordum. Kararlarım, hatıralar, bir kutunun içine kapattığım anılar... Yatağımın altında duran o kutuyu nadiren düşünürdüm. Siyah kaplı, Pandora'nın kutusu... Açsam içinden acı, öfke, üzüntü, nefret fışkıracak bir kutu... Ama on yıldan uzun süredir onu açmıyordum ve kararım, sonsuza kadar onu kapalı tutmaktı, içine tıktığım zehirlerle birlikte.
Beni bu derinleşen düşüncelerden uyandıran ise İrem ve Tunç oldu.
Mor saçlarını sımsıkı bağlamıştı İrem. İrem'le tanıştığımdan beri bu renk bana çok olağan gelmeye başlamıştı. Hatta bir bebek mor saçla doğsa bile yadırgamayacak gibi hissediyordum.
"Haftaya bir dergi ile röportajımız var," demişti. "Hazırla kendini."
"Ne röportajı?" dedim, o sırada öğle yemeği için hazırlanıyorduk, yıkadığım ellerimi kuruladım, önlüğümü düzelttim.
"Bildiğin röportaj. Fotoğraf çekecekler, sorular soracaklar. Bir mekan dergisi. Lokanta köşesinde biz olacağız gelecek sayıda."
"Orasını anladım, neden ben?"
"Çünkü şefsin, baş şef. Bilmem farkında mısın?"
Tunç derin bir iç çekişle lafa karıştı. Her zamanki gibi saçlarını sıkı bir topuzla bağlamıştı. Beyaz gömleğin dışından bile belli olacak kadar cılızdı ve bu beni gerçekten rahatsız ediyordu. Nazik bir yüzü vardı, bana çocuksu gelirdi ama lokantaya gelen kızların hayran bakışlarını görürdüm. Anlaşılan bazılarının gözünde gerçekten yetişkindi.
"Ben de baş garsonum ama benimle röportaj yapan yok."
"Bunu ben belirlemiyorum Tuncik!" dedi İrem kaşlarını çatarak. "Bu yüzden bana trip atmayı keser misin?" Sonra yeniden bana döndü. "Derman kardeşlerle birlikte..."
"Hepsi mi?" dedim, nadiren gördüğüm ve tam olarak nasıl biri olduğuna anlam veremediğim Oğuz Derman'ı kastetmiştim. Ama İrem yanlış anladı.
"Merak etme, Ozan olmayacak. Onunla aynı karede olmak istemeyeceğini biliyorum. Zaten Oğuz Bey'in sert talimatı yüzünden laboratuvarda iş yükü çokmuş. Buraya bile hemen uğrayıp geçiyor. Buranın çalışanı bile saymıyoruz şu anda."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOL KÖPÜKLÜ
General Fiction[Aşkın Tatları Serisi - 3] Hikayemizi yıllar önce yazmaya başlamıştık, sadece farkında değildik. Aşk bizim için başta tuzlu kahve gibiydi. Ama bazı gerçekler her şeyi değiştirdi. Köpüksüz kahvesini içmeyen biri için kahvenin köpüğü haline geldi...