O an kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki vücudumun sallandığını hissedebiliyordum. Telefonumu kapattıktan sonra bir an kalakaldım, beynim ne yapacağını bilmiyordu sanki.
Hastane çok yakındı, arabayla gitmek zaten saçma olurdu. Sonunda mantıklı bir yol sunan beynimdeki sesi dinleyerek arabadan çıktım. Arabayı kilitlemeyi düşünebilmem mucize gibiydi. Araçların arasından önce ağır adımlarla sonra hızlanarak ilerledim. Koşmaya başladım. Beton merdivenlerden hızla çıktım. Koşarken soğuk hava yüzüme çarpıyor, insanlar bana şaşkınlıkla bakıyordu. Kaldırımdan inerken boşluğa dikkat etmedim ve bütün hızımla yere kapaklandım. Ellerimi siper edip yüzümü korumuştum ama avuç içlerimle dizlerim asfalta olanca gücüyle çarpmıştı. Sızlanarak ama yine de hızla kalktım. Ellerim derin bir şekilde soyulmuş, kanıyordu; pantolonumun dizleri zedelenmişti ama bunlarla ilgilenecek zamanım yoktu. Yeniden koşmaya başladım ama dizlerimdeki sızı önceki kadar hızlı koşmama engel oluyordu.
Müge... Müge nöbet geçirmişti. Uzun zamandır bunu yaşamamıştık. Her şey yolundaydı. İlk kez nöbet geçirdiği zamanı hatırlıyordum. Babam markete gitmişti zorla da olsa, halam yoktu, annem bizi terk etmişti. Müge titremeye başlamıştı, olduğu yerde adeta kendini savuruyordu, ağzından köpükler çıkıyordu, gözlerinden yaşlar oluk oluk akıyordu. Kendimi kapana kısılmış gibi hissetmiştim, korkuyordum. İlk defa böyle bir olayla karşılaşıyordum ve bunu yaşayan benim küçük kardeşimdi. Küçücük bedeni acı içinde titrerken ne yapacağımı bilememiştim.
O anda babamın eve gelmesi Müge'yi kurtarmıştı. Bir başka mucize... Hemen başını yana çevirdi, gerekenleri yaparken ben şok olmuş şekilde dikilmeye devam etmiştim.
Nöbetler birçok kez yaşandı. Odama kapanıp başımı yastığın altına alıyordum o sırada. Çok korkuyordum. Neden korktuğumu bile bilmiyordum. Ama korkuyordum.
Ama şimdi neden çok korktuğumu, ayaklarımın telaşla birbirine karıştığını biliyordum. Müge'ye bir şey olmasından delicesine korkuyordum. Belki ilk zamanlar ona çok da yakın hissedememiştim ama yıllar içinde o benim yaşamımım merkezi, hayatla bağım haline gelmişti. Benim için çok değerliydi. Kardeş olmasından öte çok önemliydi.
Soluk soluğa kalmış bir halde, avuçlarım ve dizlerimin acısını bile hissedemez bir şekilde vardım hastanenin acil kapısına. Gözlerim duvara yaslanmış, yüzünü elleriyle kapatmış halde dikilen halamı buldu hemen. Gölgelendirilmiş saçları loş ışıkta daha koyu, boyu adeta yaşadığı üzüntüyle kısalmışçasına çökmüş olsa da tanımıştım.
"Hala!" diye seslendiğimde ellerini çekti yüzünden ve yanına vardığımda kıpkırmızı olmuş, şişmiş gözlerini daha net görmüştüm. Bileklerimi kavradığında bana sarılacağını anladım ve hemen engel olarak sordum. "Müge? Müge nerede? Durumu nasıl?"
Burnunu çeken halam başını sallıyordu her sorumla.
"İçeride... Baban yanına gitti. Doktorlar ikimizi de birden almıyor içeri. Çok kötüydü Nadide... O hali çok kötüydü. Daha öncekilerden bile kötüydü. Çok korktum... Kurtaramayacağız diye..."
"Hayır, hala!" derken azarlamış gibi çıkmıştı sesim, engel olamamıştım. "Öyle bir şey olmayacak. İyi olacak Müge. Hep olduğu gibi gülecek."
"İnşallah kızım..." derken bir kere daha hıçkırdı. Gözlerinden yaşlar usul usul akmaya devam ediyordu. Benim gözlerim de yaşları bırakmak için çok inat ediyordu ama orada kalacaklardı. Akmalarına izin vermeyecektim.
Halamla kollarımızı birbirimize dolamış beklerken babam dışarı çıktı. Beni gördüğünde büyük bir rahatlama yaşadığını görmüştüm gözlerinde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOL KÖPÜKLÜ
General Fiction[Aşkın Tatları Serisi - 3] Hikayemizi yıllar önce yazmaya başlamıştık, sadece farkında değildik. Aşk bizim için başta tuzlu kahve gibiydi. Ama bazı gerçekler her şeyi değiştirdi. Köpüksüz kahvesini içmeyen biri için kahvenin köpüğü haline geldi...