"Oğuz Bey, gelecek cumartesi köşkte olacak davetin çalışan listesini getirmiştim."
"Masama bırakır mısın? Çıkıyorum da."
"Tabi..."
Beril çekingen bir gülümseme ile yanımdan ayrıldığında ceketimi düzeltip hızlı adımlarla çıkışa doğru ilerlemeye başladım. Saygıyla selam verenlere aynı şekilde karşılık verirken hızlandım ama isteğim gerçek olmadan yakalanmıştım.
"Oğuz!"
Derin bir nefes alıp olduğum yerde durdum, Itır'ın topuklu ayakkabılarının sesi dibimde bitti.
"Nereye böyle? Erkencisin."
"Bugün epey yoğundu." dedim bakışlarımı çevirirken. Topukları arşa çıkan ayakkabılarına rağmen benden kısa kalıyordu. Lens olduğunu bildiğim yeşil gözlerini dikkatle üzerime sabitlemişti. "Biraz erken çıkmak istedim."
"Ah, tabi. Müdür yardımcısı olmanın avantajı..." Söylediği komikmiş gibi güldü, bense aynı iş yerinde çalışıyor olduğumuzu kendime hatırlatarak dümdüz baktım. Hiçbir zaman anlamayacaktı. Zihninde neler döndüğünü anlamak kolaydı ve bu basitlik hoşuma gitmiyordu. Patronun sekreteri olarak sürekli benim çevremden dolaşıyor olması da fazlasıyla dikkat çekiyordu. "İzmir'deki yeni şubenin başına geçtiğinde çok daha farklı olacak tabi. Artık patron sayılırsın..." deyip gözlerini kırpıştırdı.
"Öyle mi?" dedikten sonra arkamı döndüm. "Ben gidiyorum, senin yapacağın işler olduğuna eminim."
Ama gidemedim, çünkü kolumu sımsıkı tuttu. Lacivert elbisesine uyumlu aynı renk ojeli parmakları beni bırakmamakta kararlıydı.
"Ben de bu akşam beraber takılırız, diye düşünmüştüm."
"Hangi aklınla?" İş arkadaşı toleransı bir yere kadardı tabi.
"Ne demek istiyorsun?" dedi dudaklarını büzerek. Ya anlamazlıktan geliyordu ya da gerçekten anlamıyordu.
"Nereden bunu çıkardın?" Kaşlarımı istem dışı çatarak dik dik baktım ama pes etmeye niyeti yoktu.
"Daha önceden sana bunu sorduğumda bakarız demiştin."
O an büyük ihtimalle bu kadını dinlemiyordum.
"Hatırlamıyorum. Şimdi pençelerini kolumdan çekersen evime gideceğim."
Gözlerini bir kere daha şaşkınlıkla kırpıştırdı.
"Çok kabasın!" diye cırladı daha önce onlarca defa yaptığı gibi. Açık kahverengi saçlarını savurarak yanımdan uzaklaştığında rahatlamıştım. Bu insanlar neden bu kadar aptal oluyordu? Sıklıkla kendimi aralarında uzaylı gibi hissediyordum.
"Senin tarafından reddedilmekten bıkmadı. Ama yine de biraz daha nazik olabilirsin."
Müdürümüz Uygar Bey kırlaşmış saçları altında yaşına tezatla parlayan koyu gözlerini bana dikmişti. Ne zamandır orada olduğunu bilmesem de besbelli Itır'la aramızda geçen konuşmaya şahit olmuştu. İşin aslı, umurumda bile değildi. Itır kendini bilerek rezil ediyordu.
"Nezaket ancak hak edene verilir, bunun dışında ancak sahtekârların maskesidir."
"Hiç değişmeyeceksin, oğlum." dedi adam gülümseyerek. "Bunun iyi mi kötü mü olduğunu ayıramıyorum."
Bakışlarımı koşuşturup duran insanlarda gezdirdim. Burası geniş mutfağın üstünde yer alan ofisimizdi. İnsan kaynakları, muhasebe, müdür, sekreter ve birkaç kolun daha bulunduğu geniş ofisti ve günümün çoğu bu insanların arasında geçerdi. Bu değişecekti, kısa zamanda yükselmiştim ve daha da yükseliyordum. Bunu hak ettiğimi biliyordum, çünkü buradaki insanlardan çok daha fazla çalışmıştım.
"İnsanlara hak ettiği gibi davranıyorum." dedim bakışlarımı Uygar Bey'e çevirirken. "Tahammül etmemi kolaylaştırıyor."
Adam yeniden güldü, sanki espri yapıyormuşum gibi bakıyordu ama yine de söylediklerimi anladığını biliyordum. Uygar Bey saygı duyduğum birkaç kişiden biriydi. Disiplinli, sabırlı, planlı bir adamdı, hakkı olana hakkını vermekte iyiydi.
"Bir gün senin şu yukarıdan bakışlarını yukarı dikecek bir insanla karşılaşır mısın merak ediyorum."
Başımı iki yana sallayıp çıkışa doğru yürürken "Yarın görüşürüz." dedim. Adamın gülüşü hala duyuluyordu.
Eve vardığımda gerçekten yorulduğumu fark ettim. Evim lüks bir apartmanın üst katlarından birindeydi ve İstanbul'u yukarıdan görüyordu. Uygar Bey'in sözleri aklıma gelince balkona çıktım ve kendi kendime güldüm.
İstanbul'a gelirken babamdan neredeyse hiç destek almamıştım, sıfırdan başlamıştım ve çok kısa sürede yükselmiştim. Daha on yıl bile olmadan yemek şirketinin şubelerinden birine müdür olarak atanmam kararlaştırılmıştı.
Gözlerimi yukarı dikecek biri...
Yeniden güldüm.
Düşününce hayatımda gerçekten berbat ya da yanlış giden pek bir şey olmamıştı. Birkaç anım ve kararım dışında. Evet, benim de pişman olduğum bir kararım vardı ve her aklıma geldiğinde, acaba diyordum. Uygar Bey'in sözleri de bana bunu yeniden hatırlatmıştım. Acaba? Acaba?
Derin bir nefes aldım.
Telefonum çaldığında Onur'un ismini gördüm. İşte, dünya üzerinde saygı duyduğum birkaç kişiden biri daha. Kardeşim.
Telefonu açtım ve hal hatır sorulan klasik konuşmalarımızı yaptık.
"Stajyerin nasıl?" dedim sesimdeki alay tınısını bastıramadan. Gerçekten de Onur ne amaçla bu işe girmişti?
"İnatçı ve hırslı. Bazen dili fazla uzun oluyor."
"En sevdiğim."
Telefonun karşısında güldü.
"Emin ol seversin. Onu denemeye devam ediyorum."
"İşe aldığına değsin."
"Öyle olacak."
Telefonu kapattıktan sonra bir süre daha karanlığa gömülen şehri izledim ve ardından içeri girdim. Evimin her köşesi siyah ve tonlarıyla kaplıydı. Asil renkti siyah, düzdü, tereddütsüzdü. Kusurları kapayan bir tarafı vardı.
Amcamı hatırladım.
Onur ve o ana şahit olan ailemin geri kalanı kişiliğimi amcamın beni herkesin önünde rezil etmesine bağlardı. Küçük bir çocukken Onur'la oradan oraya koşturduğumuz bir anda düşmüş ve canımın acısıyla ağlamaya başlamıştım. Amcam da benimle alay etmişti.
Bense öfkelenmiştim, ağlamayı kesip odama giderken "Keşke ölse!" diye mırıldanıp durmuştum.
Gerçekten sanki dileğim tutmuşçasına kısa süre sonra ölmüştü ve ben hiçbir acı ya da pişmanlık hissetmemiştim.
Belki de amcamın bir etkisi yoktu, ben böyle biriydim. O gün benimle alay etmemiş, beni rezil etmemiş olsa da böyle olacaktım. Bunu bilmek mümkün değildi ama her şeyi tek bir anıya bağlamak acizlik gibi geliyordu.
Yalnızlığı içime çektim. İnsanlardan uzak olmayı, onların yalancı bakışlarından, imalı sözlerinden, amaçlar saklayan seslerinden uzaklaşmayı seviyordum. Evim bu işi iyi yapıyordu. Kimseyi davet etmediğim, sadece bana ait olan alan. Başkalarının kirletmesine izin vermediğim barınağım.
Burayı özleyecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOL KÖPÜKLÜ
General Fiction[Aşkın Tatları Serisi - 3] Hikayemizi yıllar önce yazmaya başlamıştık, sadece farkında değildik. Aşk bizim için başta tuzlu kahve gibiydi. Ama bazı gerçekler her şeyi değiştirdi. Köpüksüz kahvesini içmeyen biri için kahvenin köpüğü haline geldi...