Lisede sınıftan biri annemi sormuştu bir keresinde, nereden çıktığını anlamamıştım bu sorunun. "Öldü" demiştim, en kolayı buydu çünkü. Ama kızlar kendi aralarında gülüşmüş ve annemin evi terk ettiğini bildiklerini, benim bir yalancı olduğumu söylemişlerdi. Okulun ilk yılı ailemi ve olanları bilen insanların arasında sonu gelmeyen, uyanamadığım bir kâbusa dönüşmüştü o günden sonra. Ta ki Uzaylı ile tanışana kadar...
Annemden hiçbir haber duymak istemedim, annemle bağı olan herkesle iletişimimi kestim. Akrabalarımızla görüşmedik. Zaten annem de bu konuda benim kadar kararlıydı, kendini kaybettirdi. Ondan senelerdir haber almıyordum. Gerçekten de ölmüş gibiydi. Bazı zamanlar beni terk etmiş olmasındansa gerçekten ölmüş olmasını isterdim. Bunu düşündüğümü bilseydi babam benden nefret ederdi. Ama acı çekiyordum ve o anda kendi isteğiyle bırakıp gitmiş olması her şeyden daha ağır geliyordu.
Merve denilen bu kız benim için bir hayalet gibiydi o yüzden. Kim olduğunu söyleyip yüzüme dikkatle bakarken bir adım geri çekildim. O anda Oğuz elini omzuma koydu. Desteğinin iyi geldiğini hissettim, bu daha da kötüydü.
"Kapıyı çaldım ama evde olmadığınızı söylediler."
Gözlerimi kırpıştırdım ve kızın narin sesinden duyduğum sözcükleri belli bir anlama oturtmaya çalıştım. Beynim uyuşmuş gibiydi, yavaş çalışıyordu sanki.
"Babam... Babam seninle karşılaştı mı? Ona kim olduğunu söyledin mi?" diye haykırdım panikle. Ancak cümlenin sonunda beni duyabileceklerini düşünerek sesimin şiddetini azaltabildim.
Kız kafasını iki yana salladığında rahatladım.
"Hayır. Sadece bir arkadaşınız olduğumu söyledim. Sizinle konuşmam gerekiyor..." Arkamda dikilen ve hala elini omzumda tutan Oğuz'a baktı tedirgin bir şekilde. "...özel olarak."
"Ben sizi baş başa bırakayım." dediğini duydum Oğuz'un. Hiç düşünmeden, belli bir mantık süzgecinden geçirmeden, sadece korkunun getirdiği bir panikle arkamı döndüm ve omzumdan çektiği elinin bileğini daha havadayken yakaladım. Oğuz şaşkın bir biçimde yüzüme bakıyordu.
"Gitme... Lütfen..." Sözlerim neredeyse yalvarır gibi çıkmıştı. Başka zaman bunun için kendime kızabilirdim. Bu hareketim için pişmanlık duyabilir, kendime lanetler okuyabilirdim ama o anda tek istediğim Oğuz'un yanımda kalmasıydı. Çünkü bu kızın varlığı beni korkutuyordu, benimle konuşacağı şeylerin ağırlığını bakışlarında hissedebiliyordum ve zorlukla kurduğum düzenimin paramparça olacağını biliyordum. O anda yalnız olmak, Merve'yle baş başa kalmak istemiyordum, yanımda herhangi biri değil, Oğuz olmalıydı. Her şeyi bilen tek kişiydi. Kimsenin bilmediklerini o biliyordu. Ondan başkasına tutunamazdım.
Bileğini pençe gibi sıktığım elimin arasından nazikçe sıyırdı ve elimi iki elinin arasına alarak yüzüme baktı. Ondan hissettiğim güvenle sarsıldım, çünkü bana güven verebilecek son kişi olabilirdi.
"Tamam, gitmeyeceğim. Siz konuşurken bekleyeceğim. Ama baş başa konuşmalısınız."
Neredeyse çocuk avutur gibi sakin bir tınıyla konuştu ve ellerini çekti. O anda havanın güzelliğine, baharın ılıklığına rağmen titredim. O kızın önünde zayıf göründüğüm için de, içine düştüğüm dehşete de lanet ettim.
Derin bir nefes aldım ve arkamı döndüm. Merve anlayışlı bir bakış takınmıştı ama onun almayışını istemiyordum. Ona öfkeliydim, ondan nefret ediyordum.
"Benimle gel." dedim yanından hızlı adımlarla geçip giderken.
Evimiz sakin bir mecradaydı, hava karardığı zaman çok az insan olurdu sokakta. Buranın sessizliğini sevmiştim hep. Zaman içinde çocuklar büyüdü, gençler başka yerlere taşındı ve babamın yaş grubunun altında pek insan kalmadı evlerde. Şehrin daha hareketli yerlerini tercih ediyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOL KÖPÜKLÜ
General Fiction[Aşkın Tatları Serisi - 3] Hikayemizi yıllar önce yazmaya başlamıştık, sadece farkında değildik. Aşk bizim için başta tuzlu kahve gibiydi. Ama bazı gerçekler her şeyi değiştirdi. Köpüksüz kahvesini içmeyen biri için kahvenin köpüğü haline geldi...