Az önce bölümün yarısı nedense silinmiş. Ekleyip yeniden yayınladım. Kusura bakmayın. :(
***
Oğuz beni aramadı ya da bana mesaj atmadı. Bekliyor muydum? Beklemek değil de, arkadaşlık meselesini gündeme getiren kişi olarak bir şey söylemesi gerekiyordu diye düşünmeden edemedim. Kendi açıklama şeklimi düşününce birden utanmış hissetmiştim yatağımda uzanırken. Kaçak oynamıştım, Oğuz'dan ise daha tutarlı hareket etmesini bekliyordum. Çok tuhaftı. Hiç ben gibi davranmıyor, ben gibi düşünmüyordum. Yabancısı olduğum topraklarda yolumu kaybettiğim için mi böyleydim? Tanıdığım Fulya bu şekilde davranmazdı.Eve döndüğüm gece, bütün yorgunluğuma rağmen bu düşünceler yüzünden zorlukla uykuya dalmıştım.
Ertesi gün lokantadaki işler aynı yoğunluğu ile başlamıştı. Malzeme alımı olacağı için sabah daha erken çıkmam gerekiyordu, benden iki gün ayrı kalan Müge'den ayrılmak da iki kat zordu. Bileğimi sımsıkı tutmuş, abla gitmesin, biraz daha kalsın, diye sızlanıp durmuştu. Ben de onunla uzun uzun vakit geçirmek istiyordum ama o anda mümkün değildi.
Aytaç da benden hemen sonra geldi lokantaya. Bazen işleri karıştırdığı olmuyor değildi ama yardımcım olarak iyi iş çıkardığını görmek bende gurur hissi uyandırıyordu.
Elimdeki listeyle gelen malzemeleri kontrol ederken koşarak gelen adım seslerini duydum ve soğuk deponun kapısına doğru çevirdim yönümü. Şehrin en marjinal lokanta yöneticisi İrem, at kuyruğu bağladığı mor saçlarını savurarak ağzına sıkıştırdığı bir tost ile nefes nefese kalmış halde gelmişti.
"Geç kalmışım..." dedi tostu ağzından çıkarmadan. Bu yüzden sesi boğuk çıkmıştı. Tostu eline alıp mahcup bir yüzle bana baktı. "Tunç'la artık birlikte yaşamadığımız için sabahları kalkmak daha zor. Çünkü eğer kalkamazsam suratıma sürahiyi devirip beni ayağa dikmeyi başarıyordu."
Tunç, garson şefimiz, İrem'in eski ev arkadaşıydı aynı zamanda. Bir süre önce ayrı evlere taşındıklarını biliyordum. Onur, İrem'e lokanta açılmadan önce evlilik teklif etmişti, İrem de kabul etmişti. İrem, Onur'un ona bir şeyler dayatmayacağını bilse de artık düzenli de maaşı varken ayrı eve çıkmasının gerektiğini düşünmüştü.
"Sadece empati yapıyorum." demişti. "Onur'un bir kadınla aynı evde yaşadığını düşünmek bile ortalığı yakma isteği uyandırıyor bende. Eğer Tunç'la yaşamaya devam edersem sevdiceğime büyük bir haksızlık yapmış olacağım."
Ama şu anda işe başladığından beri yapmadığı şekilde geç kaldığı için bu kararını sorgulama isteği duymuştum.
"Aytaç'la hallettik. Sayımı da tamamladım." Elimdeki kağıdı ona uzattım. "Bir daha olmasın lütfen." diye de ekledim ciddi bir sesle.
İrem dudaklarını büzüp alınmış bir bakış attı.
"Demek çalışan patronunu azarlıyor. Zaman çok değişti çok." Tostundan bir ısırık alıp ağzı dolu bir şekilde konuşmaya devam etti. "Şöyle güzel bir kahvaltı bile yapamıyorum, bir de üzerine azar yiyorum. Vay be."
Hafifçe güldüm. İrem başından beri uğraşmadan iyi bir etki oluşturmuştu üzerimde. Lokantadaki işini de ciddiye alıyor, fazlasıyla sıkı çalışıyordu. Bugün de kontrolü dışında işini aksattığını biliyordum. Aramızda doğal bir takılmaydı. Bu doğallık beni rahatlatıyordu.
"Nasıl geçti?" dedi bu kez yandan bir bakış atarken. Tostunu bitirmişti, kağıdını buruşturdu avucunda. "İstanbul." diye ekledi dikkatini tamamen bana verirken.
Bir an şaşkınlıkla kalakaldım.
Bilemeyeceğini düşünmek saçma olurdu ama yine de kendimi buna hazırlamamıştım. Yarışma heyecanı içinde, ailem dışında herhangi birine bahane sunmam gerektiğini aklımdan çıkarmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOL KÖPÜKLÜ
General Fiction[Aşkın Tatları Serisi - 3] Hikayemizi yıllar önce yazmaya başlamıştık, sadece farkında değildik. Aşk bizim için başta tuzlu kahve gibiydi. Ama bazı gerçekler her şeyi değiştirdi. Köpüksüz kahvesini içmeyen biri için kahvenin köpüğü haline geldi...