Uyandığımda belim ağrıyordu. Gözlerimi açtığımda ortak salonda bir sandalyeye bağlı olduğumu fark ettim.
Yarım ay şeklinde bir oyuncu hariç hepimiz sandalyeye bağlanmıştık.
Sıla hariç...
Salonun en köşesi sahne perdesi gibi büyük bir perde ile kapatılmıştı.
Sarp'a döndüm ve "Sıla mıymış?" diye sordu.
"Evet."
"Niye?" diye sorduğumda Sarp, "Geçen seneki uyuşturucu şebekesi ile alakalı." dedi. Fazla konuşmak istemiyordu, belliydi.
"Onun olmasını istemezdim." diye fısıldadığımda Kayra, "İyi oldu!" diye araya girdi.
Yavuz sinirle "Eğer bir daha araya girersen ölürsün." diye Kayra'ya bağırdığında Kayra sinirle "Sen karışma." dedi.
Kavgalarına devam edeceklerki bahçe kapısı açıldı.
Sıla yanında bir adam ile salona girdiğinde adama "Misafirler geldi mi?" diye sordu.
"Evet efendim, hepsi geldi." diyen adam ile Sıla, "Perdeyi aç ve kenarda bekle. Senden birkaç isteğim olacak." dedi.
Adamı onu dinleyerek perdeyi açtığında bizim gibi bağlı üç adam olduğunu gördüm.
Biri çok tanıdıktı. Dursun Han. Geçen seneki uyuşturucu baskınında bizimle işbirliği yapmıştı.
Hatta onun sayesinde Gökhan Dibeç'i ,uyuşturucu kaçakcısını, yakalamıştık.
Bize ihanet edip binanın arka çıkışına tuzak kurmuştu ama Gökhan Dibeç'i yine de yakalamıştık.
Tabii Gökhan Dibeç'i yakalayınca Dursun Han'ın pek önemi kalmamıştı.
Diğer iki adamı tanımıyordum. İkisi de kırk, elli yaşında gözüküyordu.
Sıla hepimize kısa bir süre baktıktan sonra "Bazılarınız beni Deniz diye tanır. Bazılarınız ise Sıla diye. Gerçek ismim Sıla ama soyadım farklı. Şimdi söyleyeceğim soyadı bazılarınıza tanıdık gelecek." dedi ve derin bir nefes verdi.
"Dibeç."
Geçen sene uyuşturucu baskınında yakaladığımız elebaşının soyadıydı bu.
"Evet, Gökhan Dibeç'in kızıyım."
Selim sinirle "Niye oyunu yarıda böldüm?" diye sorunca Sıla, "Sıranı bekle, Selim." dedi.
"Sıranı bekle."
Selim oflayarak Sıla'nın sözünü dinlerken onu kısaca inceledim.
Yavuz'un açtığı yaralara bakılmıştı. Büyük ihtimalle görevliler sırf bu itiraf için onu iyileştirmişti. Aksi halde iyileştireceklerini düşünmüyorum.
"Gökhan Dibeç'i hepiniz tanıyorsunuz ama hiçbiriniz hikayesini detayını bilmiyorsunuz. Bugün size babamı anlatacağım."
Yavuz'a baktığımda bana baktığını gördüm. Neler olacağını kestirmeye çalışıyordu.
"Çok güzel bir çocukluğum oldu. Her gece bana kitap okuyan bir babam vardı. Odalarınızda olan kitapları."
Sıla içten bir şekilde gülümsedikten sonra "Ama ben en çok Küçük Prens'i severdim. Bu yüzden o kitap hep başucumda dururdu." dedi.
"Senin çocukluğundan bize ne!" diye bağıran İlayda ile Sıla, "Şansını zorlama, İlayda. Bak babana ne kadar korkuyor." dedi.
İlayda en sağda bağlı olan adama sinirle baktı ve "Baba bir şey yap!" diye bağırdı.
"İlayda, sus." diye can havliyle konuşan adam epey korkmuş gözüküyordu.
İlayda'ya tekrar baktığımda ilk kez babası tarafından reddedilen küçük bir kız çocuğu gibi tavır takındığını gördüm.
Babası ise kızı için ne kadar bir şey yapmak istese de korkusu bunun önüne geçiyordu.
Sıla ne yapmıştı ya da ne yaşanmıştı da bu koca adamı bu kadar korkutmuştu?
Merak ediyorum.
"Her doğum günümde de papatyalar alırdı. Ben de o papatyaları güzel vazolara koyardım. Hayatımız çok güzel ilerliyordu. Ta ki evimize baskın yapılana kadar." diyen Sıla'nın gözleri dolmuştu.
Biz evlerine baskın yapmamıştık. Bu hikayenin başlangıcı çok farklı bir yere değiniyor ve buradaki insanların hepsi bu hikaye ile bağlantılı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölümüne Oyun
ChickLitTek bağlantısı cinayetin sadeliği olan üç cinayeti araştıran polislerimiz dava üzerinde çalışamadan ilginç bir şekilde açığa alınırlar. Cinayetin baş şüphelisinin eski bir tanıdığı olduğunu fark eden baş karakterimiz onun kim olduğunu hatırlamak içi...