0.3❄

278 136 66
                                    

Akşam gelmiş çatmıştı. Gerekli hazırlıkları yapıp saraya doğru yola düşmüştük. İkimiz aynı attaydık, çünkü at kullanamadığını anlamak için onun denizkızı olduğu gerçeğini bilmek bile gerekmiyordu. Sanki ilk defa görüyormuş gibiydi ya da daha önce görmüştü ama dikkatli incelemeye pek fırsatı olmamıştı. Önde oturuyordu ve her ilerledikçe gördüğü bu yeni manzaralara hayretle bakıyordu. Yol boyunca yüzündeki o şaşkınlık ifadesi bir an bile değişmiyordu. Kasabaya gelirken ki halimi anımsadım yine istemsizce. Aklımdan olabilecek her türlü ihtimali geçirdiğimi düşünüyordum. Nasıl geldiysem öyle de döneceğime hiçbir şüphem yoktu, şüphem olmadığı için aklımın ucundan dahi geçmemişti aslında. Ama şimdi yanımda bir kızla dönüyorum, hem de bir denizkızıyla. Bir efsanevi varlıkla!



Yıldız imparatorluğunun eşsiz ormanlarından gecenin bir vaktinde ilerlerseniz eğer, ormanın içinde rengârenk küçük ışıkların uçuştuğunu fark edersiniz. İşte onlar orman perileridir ve şirin görünüşleri kesinlikle aldatıcı olan bu periler, fazlasıyla tehlikelidirler. Güzel yaratıklardır tabii, ama yine de onların gerçek yüzünü bilenler onlara pek hayranlıkla bakmazlar. İşte, denizkızının saflığı da beni burada korkutuyor, çünkü o perilere büyük bir hayranlıkla bakıyordu. Bu dünya ona tamamen yabancıydı.



Bu bilgiyi daha yeni yeni kavrıyordum. İşte bu yüzden de o bu dünyada güvende değildi. Bense her daim yanında olamazdım. Ne yapıp edip onu kendi yaşadığı yere geri göndermeliyim.



Ya vizyon cadısının söyledikleri? Hayır, bencillik yapamam. Sırf kaderimdeki kişi olma ihtimali var diye onu bu tehlikeli dünyaya hapsedemem.


. . .


Sabahın habercisi olan güneş ufukta yükseliyordu demeyi fazlasıyla isterdim, ama burası Yıldız imparatorluğuydu. Her daim karanlık ve karlıydı. Sabah olduğunu bundan yarım saat önceki havanın karanlığıyla şimdikini kıyaslayınca anlamıştım. Yavaş ilerlediğimiz için biraz geç varmıştık şehre. Bütün ihtişamıyla Sirius düklüğünü simgeleyen şehir artık görüş alanımızdaydı. Sabırsızca elimle ileriyi işaret ederek



"Bak, benim evim orada. Artık gelmek istediğimiz yerdeyiz." dedim.



Başını eğip benim tam parmağımla işaret ettiğim yere bakmaya çalıştı. Ne yaptığını anladığımda yanlış anlaşılmayı düzeltmek için konuşmamı sürdürdüm.



"Hayır, hayır. Demek istediğim, evim oralarda bir yerlerde. İlla benim parmağımla işaret ettiğim yerde değil. "



Yüzünü çevirip somurtarak dik dik yüzüme baktı. Sanırım bakışlarıyla



"Öyleyse beni ne diye kandırıyorsun ? " demek istiyordu. Onun bakışlarından söylemek istediklerini çözmekten başka şansım da yoktu zaten.



Sırıttım. Uykum geldiği için kapanmak üzere olan gözkapaklarımı elimle ovuşturarak biraz daha dayanmam gerektiğini söyledim kendi kendime. Bu kızınsa gerçekten insan olmadığını kanıtlayan bir başka delil de buydu. Uyumuyordu, yol boyunca hiç yorgunluk belirtisi göstermedi. Üstelik gözlerini hep fal taşı gibi açarak etrafı seyretti.


Şehre girdiğimizde dikkat çekmemek için içimden dualar etsem de lordun bir kadınla şehre girişi dikkat çekmez miydi hiç?


Çekmedi. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen sokak kalabalıktı. Zaten insanlar hep erkenden işbaşı yapardı ve bu anlaşılır bir durumdu, ama hiçbir şey yapmadan aylak aylak dolananlara ne demeli? Neyse, dikkat çekmememin sebebini açıklayacak olursam imparatorun doğum gününe 3 ay kalmıştı ve halk, imparatorun doğum gününe bir yıl bile kalmış olsa telaş içinde olurlardı. Sarayda büyük bir ziyafet olurdu ve düklüklerin sokakları da bayrammış gibi şenliklerle dolu olurdu. O şenlik günü halkın en çok para kazandığı gündü. Çünkü şehre bir sürü yabancı insanlar gelirdi bu büyük olayın nasıl kutlandığını öğrenmek için. Şimdi de hem 3 ay sonranın planlanmasıyla ilgilendikleri için hem de her birinin acele işleri olduğu için beni fark etmemişlerdi.

Mavi denizin efsanesi ✅Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin