1.8❄

116 95 13
                                    

Zaman artık benim lehime akıyor diye düşünüyordu dük Canobus. Gerçekten de kendince bütün olasılıkları düşündüğünde zaman onun lehine akıyordu. Koltuğun üzerinden yapışmıştı elleriyle ve yanmakta olan şömine ateşinin kızıl rengi yansımıştı yüzüne. İki tane kurt dışında bomboştu salon. Biri lacivert, diğeri de boz renkti kurtların ve alınlarında bir yerlerden tanıdık gelen ay ve güneş sembolleri vardı.

Efendilerinin biraz arkasında sanki onu koruyormuşlar gibi bekliyorlardı. Biraz daha sabretmenin planlarını daha da kusursuzlaştıracağından emindi dük. Bunca şeyden sonra bir iblise bile bulaşmışlarken, buradan geri dönüş yoktu ve başaramayacaklarına dair herhangi bir neden de yoktu ortada.

Biraz sonra sarı saçlarını arkada topuz yapmış narin bir genç kız girdi odaya usulca. Yüzünde hınzırca bir gülümsemeyle eliyle sus işareti yaptı kurtlara. Sonra arkadan sokuldu babasına. Düşüncelere dalmış olan dük Canobus ‘un bu sıcak sarılışla yüzünde sevecen bir gülümseme oluştu.

“Uzun zamandır düşünceli görüyorum seni. “ Kızın sanki sormak istediği bir şey vardı. Babası ona döndü ve yanaklarını avucunun içine alarak kızına baktı.

“Her şey yolunda. “ dedi kızının içini rahatlatmak için. Hemen ardından ağzından çıkan sözlerin gerçekliğini kanıtlamak istercesine kocaman gülümsedi.

“Hayır, değil baba. “ Kız somurtarak babasından uzaklaştığında babası onun neden böyle davrandığını çoktan anlamıştı zaten.

“Aceline, asma yüzünü böyle. “

“Benim lanetim seni ne diye bu kadar üzüyor baba? Sen üzüldüğünde benim de ne kadar perişan olduğumu bilmiyor musun? Üstelik bütün bu yaşadıklarım yetmezmiş gibi, onca acıyan bakışlara maruz kalmıyormuşum gibi bir de kendi öz babamın durumuma kederlenmesine üzülüyorum.“

“Hayır, Aceline. “ dedi dük kızının gözyaşlarını silerek. O sırada odayı terk etmeleri gerektiğini hisseden kurtlar kapıya doğru ilerlerken birer insana dönüşüp çıktılar kapıdan. Bunlar dük Canobusun sadık hizmetkarları olan ikizlerdi.

Dük gözüyle odadan çıkan ikizleri bir süre süzdükten sonra teselli edebilmek için kızına doğru eğildi.

“Lanetini ortadan kaldıracak bir yol biliyorum kızım. Sana üzülmüyorum, aksine senin adına çok mutluyum. Çünkü en yakın zamanda ailemize yapılmış olan bu lanet ortadan kaybolacak. “

“Nasıl? “ dermiş gibi baktı babasına parlak gözleriyle.

“Biraz daha sabret. “ diye mırıldanabildi sadece dük.

Büyük savaşta kazanılan galibiyet tam anlamıyla bir zafer değildi. İmparator Meteor’un tarafında savaşanlar dük ve düşes ilan edildiklerinde giden iblis prensin onların her birine bıraktığı sürprizleri fark ettiler. Tıpkı Sirius dükünün 20 yaşından fazla yaşamaması gibi, Canobus düşesi de kocasını kaybetti ve bir daha asla mutlu olamadı.

O zamanlar Canobus düşesinin zaten çocukları vardı, bu yüzden onların lanetlenmeyeceğini düşünen düşes rahattı. Çünkü lanet yeni doğacak çocuklara geçerdi ve halihazırda ona yapılmış olan lanet yüzünden dünyaya yeni bir evlat da getiremeyecekti.

Zaman geçtiğinde kız torunlarında da aynı sorunu fark ettiğinde düşes anlamıştı ki, karşı karşıya olduğu lanet fazlasıyla güçlüydü. Canobus hanedanlığının bütün kadınları mutsuzlukla lanetlenmişlerdi.

Aceline, mutsuz görünmeye çalıştı. Evet, lanetini ortadan kaldırmanın bir yolu olabilirdi belki, ama ondan önce bu habere sevinmeyerek engelleyecekti lanetin etkisini. Bir umut vardı, ama bu umut onu içindeki mutluluğu gizlemeye zorluyordu.

Sessizce ve ifadesiz bir yüzle odadan ayrıldığında dük arkasından bakarak içinden bir kez daha söz verdi kızına.

“Ne olursa olsun, lanetini kıracağım. “

Bu işin sonu dünyanın yok olmasıyla bile bitse dük bunu umursamıyordu. Çünkü biricik kızı mutsuzluk içinde sürünürken dünyanın geri kalanını fazla umursadığı söylenemezdi.

Bu yüzden kendince kusursuz olan planını gerçekleştirecekti. Bunu yapmalıydı, bunu kızına borçluydu. En azından o böyle hissediyordu.

Amacı her ne kadar korkunç görünse de kendisinin kötü biri olmadığına inanıyordu dük. İyilik üzerine kurulmuş olan bir savaş planı hazırlamıştı. Amacı birinin iyiliği olan bir savaşta asla kan dökmezdi o. Öyle düşünüyordu ve planını da ona göre hazırlamıştı.

Ailelerinin hizmetkarı olan vizyon cadısının dilindeki mührü iblisle başının derde girmesi riskini göze alarak kaldırtmıştı. Şanslıydı, iblis ondan basit bir yüzük istemişti sadece.

“Onlar her zaman insanların otoritesi altında böyle aciz kalırlar.” diye açıklama getirmişti sonradan bu en başta şüpheli bulduğu olaya.

Vizyon cadısının dilindeki mührün kalkması demek diğer hanedanlıkların geleceğini de bileceği anlamına gelirdi. Onun hizmetkarı artık bütün hanedanlıkların sırlarını ve geleceklerini biliyordu, var mı bundan ötesi?

Biraz daha enerji harcasa imparator hakkında da bir sürü bilgiden haberdar olur. Ama şimdilik cadının bütün bu enerjiyi savaşa kadar saklaması gerekiyordu.

Savaş günü geldiğinde cadı yeterli enerjiye sahip olduğunda bütün dük ve düşeslerin yapacağı hareketi bilecek ve ona göre önlem alıp kolayca imparatorluğu ele geçirecekti. Böylece imparatorla anlaşmaya oturabilecekti. İmparatorluğun karşılığında sadece bir defa kullanılabilen laneti kıran o büyüyü yapmasını isteyecekti.

Halbuki daha iblisin yaptığı planlardan habersizdi...

.


“Rosé hadi uyan! “ diye fısıldadım onu kolundan dürtüp uyandırmaya çalışarak. Defalarca denememe rağmen uyanmadığına göre uykusu bayağı derindi belli ki. Yine de biraz daha uyumaya devam ederse yaptığım bütün planlar altüst olacağa benziyordu.

“Rosé! “ dedim son bir kez. Sonunda! Uzun uğraşlar sonucu tek gözünü bile olsa açtırabildim. Karanlıkta onu uyandırmak için çabalayan beni gördüğünde açmış olduğu o tek gözüne inanmayarak elleriyle gözlerini ovuşturdu. Sonra kendini zorlayarak diğer gözünü de açtı. Benim gerçekten odasında olduğumu anladığında bir anda yatakta oturur pozisyona geçerek kocaman açmış olduğu gözleriyle bana baktı. Benden bir açıklama beklediğine emindim. Bu yüzden vakit kaybetmeden konuşmaya girdim.

“Hadi biraz dışarıya çıkalım. Seni bir yere götüreceğim. “ Fısıltıyla konuşmama rağmen kendimi kontrol edemeyip ses tonumu biraz yükseltmiştim. Birilerinin duymuş olma ihtimaline karşı biraz durdum. Etrafı dinledim. Hiç ses duymayınca konuşmamı sürdürdüm.

“Sıkılmadın mı buradan?” Hiçbir tepki vermeden bana bakmayı sürdürdüğünde ayağa kalkıp “Hadi! Hazırlan. “ dedim heyecanla. Bendeki bu aceleci tavır ona da yansımış olacaktı ki hemen yataktan çıktı. Üzerindeki beyaz uzun gecelik ona çok yakıştığı için gözlerimi ondan alamadım. Sonra kolumu cimcirip kendime gelmemi sağlamıştım. Şuan odaklanmam gereken asıl mesele birkaç saatliğine saraydan kaçma planı olmalıydı.

“Hortlağa benziyorsun. “ dedim yapay bir alayla. Göz devirerek başını salladı. Sonra da beni çevirip sırtımdan iterek kapıya kadar getirdi.

“Kendim çıkarım. “ dediğimde sırtıma dayadığı elini çekti. Kapıyı açtım ve çıkmadan önce kapının arasından “Fazla oyalanma. “ diye uyarıda bulundum. Başını geriye atıp ayaklarıyla yeri dövdüğünde birileri tarafından duyulacağı endişesiyle elimi sus anlamında dudağıma götürerek başımı da yapma anlamında hızlıca iki yana salladım. Dayanamayıp kapıyı yüzüme çarptığında kapının arasından zorlukla kaçtım.

Yine de onun bu hareketleri bana tatlı geldiği için yüzümde engelleyemediğim bir tebessüm oldu. Kapının önünde sessizce bir o yana bir bu yana giderek onun hazırlanıp çıkmasını beklemeye koyuldum. Bir efsaneyi de onun sayesinde çürütmüş oldum. Geç hazırlanacağını, beni saatlerce burada bekletmesinden taş kesileceğimi sanmıştım, ancak beklediğimin aksine hızlıca hazırlanıp çıkmıştı.

Belki de uykulu olduğundan birazcık somurtuyordu, ancak gitmek istemeseydi, uyumayı tercih etseydi ben de karışmazdım ve tercihine saygı duyardım. O da bunu biliyordu, ama gelmeyi seçti.

Birazdan göreceği manzara onun uykusunu dağıtmaya yetecek ve bu somurtkan yüzünü şapşal bir gülümseme alacak. Eminim, çünkü o yer bende de aynı etkiyi yaratmıştı.

“Arka kapıdan çıkalım. “ kimseye fark edilmeden sessizce çıkmamız gerektiği için arka kapıyı tercih etmiştim. Ancak bu yine de oranın korunmadığı anlamına gelmez.

“Pelerinin yok mu? “ diye sordum üzerine pelerin giymediğini fark ettiğimde. Hemen geri odaya girdi ve elinde bordo renkli bir pelerinle geri döndü.

“Ver giymende yardımcı olayım. “ deyip elimi uzattığımda pelerini bana verdi. Pelerinin omzunun üstünden geçirip önünü ilikledim ve başlığını da onun başına geçirdim.

“Artık hazırsın. “

Başını hafifçe sallayarak dediğimi onayladı.

“Şimdi saraydan sessizce çıkmalıyız. O yüzden dikkatli ol ve peşimden ayrılma.”

Mavi denizin efsanesi ✅Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin