Uzun ve düzleştirilmiş saçını garipsiyordu Rosé ve bir de başının üzerindeki şu ağır tacı. Yine de hiç birini üzerindeki şu dar, uzun ejderha desenli elbise kadar garipsememişti. Belki de ejderhanın ne olduğunu bilmediği için uzun uzun deseni incelemişti.
Şimdiyse iblis kralının sarayının balkonunda durmuş, uzakları seyrederek yapacaklarını düşünüyordu. Daha doğrusu tek ailesini memnun edebilmek için yapması gerekenleri. Hiç kimse ondan böyle davranmasını istemedi. Bunu kendisi seçti. Çünkü tanrılar yüzünden sürüldüğü insanlar alemini ele geçirmek istiyordu. Günün birinde de annesinin katili olan o sahtekarların alemini alıp yerle bir edecekti.
Kendini kandırıyordu. Bunun farkındaydı. Elinin üzerindeki pulların alev kırmızısına döndüğünü görüyordu, ama pullarının rengi değişmese bile o üzgün olduğunu anlayabiliyordu. Ne için bu kadar acı çekiyordu?
Bunu defalarca sorsa bile hep aynı cevabı alacağını biliyordu. Diğer pek çok şey gibi bunu da biliyordu, ama kabullenmiyordu. Bir insan evladına aşık olduğuna inanmak istemiyordu. Gözlerini kapatıp, ağlamaklı yüz ifadesinin silinmesini ve asla geri gelmemesini istedi.
Bir erkek için, hem de bir insan için bu kadar duygusal davranması dedesini fazlasıyla sinirlendirmişti.
“Sen bu şekilde güçsün kalmaya devam edersen asla annenin intikamını alamayacaksın! “ diye gürlemişti iblis kral. “Belki de annenin intikamı umurumda falan değildir. Ama şunu unutma sana intikam gerekli. Gerekirse kendin için savaş. Ömründen çaldıkları 18 yıl için savaş. “ diye eklemişti ses tonunun biraz sevecen çıkmasına özen göstererek. Dedesi tarafından değer gördüğünü hissetmeliydi Rosé. Aksi taktirde kralın istediklerini yapmazdı.
Babasıysa -her ne kadar hep kızını izlemiş olsa da.- kızını ilk defa bu kadar yakından görmenin duygusallığıyla kızına dakikalarca sarılıp ağlamıştı. Büyürken her anına şahit olamadığı kızının hiç değilse güçlenirken yanında olabilecekti. Belki ilk adımlarını atarken yanında olmamıştı ama taht yolunda emin adımlarla ilerleyişini hemen yanı başından seyredebilecekti.
Rosé babasının doğup büyüdüğü şehre baktı. İnsanlar aleminden pek bir farkı olmadığını düşündü. Sonra içinde bir boşluk hissetti. Burada kar olmadığını acı içinde fark etti. Ona göre karsız bir dünya hayal etmek imkansız gibiydi. Nefes almak gibi olağan gelmişti ona kar. Ama burada kar göremeyince nefessiz kalmış gibi hissetti kısa süreliğine. Elini yumruk yapıp hafifçe göğsünün üzerine vurmaya başladı.
İçimdeki özlemi bu şekilde durdurabileceğini sanıyordu. Kimse ona bunun işe yaramadığından bahsetmemişti ki, o nereden bilecekti?
O, lord Maximilian’a karşı olan duygularını silip atmak istiyordu. Her türlü duyguyu. Özlem ve aşk onun silmek istediği duygulardan sadece ikisiydi ama diğerlerine oranla en güçlüsüydüler.
Vicdan azabı çekmek istemiyordu. Bugün sevdiği adamın doğup büyüdüğü yere yapacaklarını düşündüğünde iyiden iyiye korkmaya başladı. “Acaba o benden nefret eder mi? “ diye sordu kendi kendine. Sevdiği adamın nefretini istemiyordu. Kendini bu nefretle yüzleşecek kadar güçlü hissetmiyordu. Hele ki bu dönemde.
İyi de ona gözükmeden nasıl dünyasının imparatoriçesi olacaktı ki? İblis kral taç giyme töreninin bütün dünya tarafından izlenmesini sağlayacağım demişti. İlk başta pek ürkmemişti bu sözden. Ama şimdi yapacağı şeye az bir zaman kaldığında düşünemeden edemiyordu. Gözlerinin önünden gitmeyen bir görüntü vardı hep. Taç giyerken sevdiği adamın nefret dolu bakışlarına maruz kalmak. Onun ülkesini nasıl sevdiğini biliyordu. Şimdi bir yabancı aradaki sınırı kaldırıp orayı istila ederek kendi topraklarına katacaktı. Hangi adam böyle bir yabancıya karşı sevgi duyardı ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi denizin efsanesi ✅
Fantasy"Bir kadınla tanışacaksın. Tanrıçaları kıskandıracak güzellikte olacak, sana daha önce hiç tatmadığın bir sürü güzel duyguları tattıracak ve onun sayesinde ilk defa yaşadığını hissedeceksin. Belki, bir ihtimal, lanetini kırabilecek kadar güçlü bir a...