2.6❄

90 85 0
                                    

Ne düşünüyor bilmiyorum ama, sanırım bunun yaşanmasına bilerek izin veriyor. Kontrolün onda olduğunu kanıtlamak istiyor. Dakikalardır sürüp giden bu sessizliği ancak kendisi bozabilir çünkü benimle önemli bir şey hakkında konuşmak isteyen kendisiydi.

Işığı açmama izin vermedi ve bu karanlıkta onu bile zor seçiyorken o, meşgulmüş gibi elindeki kağıtları inceliyordu.

Sıkıldığımı belli etmek için seslice nefes verdim. Odada duyulan tek ses olan saat tıkırtısı sesine bir ses daha eşlik etmişti böylece. Yine de pek kısa sürmüştü. Saat tıkırtısı artık tek başına hakim olmuştu bu odaya.

“Bütün bunlar da ne demek oluyor? “ diye sordu sonunda. Elindeki kağıtları da bir kenara bırakmıştı böylece.

“O kızı imparatora vermek istemiyorum. “ diye tekrarladım söylediklerimin aynısını.

“O bir yaratık Maxi. Sesiyle insanları büyüleyebilen bir yaratık! “

Karanlık olduğundan dolayı onun yüz ifadesini pek seçemiyordum. Bu durum benim de lehimeydi. Tuhaf bir şekilde ona olan bakışlarımı karanlığın gizlemesiyle kendimi güçlü hissetmiştim.

“Evet! “ diye bağırdım ukalaca. “Tek kelime bile etmemiş olan o kız beni büyülemiş! “

“Ses tonuna dikkat et. “ Gayet sakindi. Bazen şaşırtıcı derecede sakin olabiliyor.

“İstersen bin kez sor, ama bil ki benim cevabım hep aynı kalacak. O kızı imparatora falan vermeyeceğim. Kendi ülkesine geri göndermeliyiz. Onu bu şekilde burada esir tutmak haksızlık. “

“Bunu seninle defalarca konuştuk. “ eliyle masanın üzerindeki lambanın ışığını açtı. “O şey, senin kurtuluşunun tek anahtarı. “

“Aynı şeyi yıllar önce beni prensesle nişanlarken de söylemiştin. Sana göre kurtuluşumun anahtarı sürekli değişiyorsa tek anahtar diye bir şey yoktur o zaman. “

Ellerini masanın üzerinde bir birine kenetledi ve tahammülsüzlüğünü gösterebilmek için derin bir iç çekerek gözlerini bana dikti.

“Her neyse, onu iyi eğittin. Sanırım artık gerisiyle ben ilgileneceğim. “

“Hayır! “ diye karşı çıktığımda sandalyesinde geriye doğru kaykıldı. “Buna izin vermiyorum. “ diye sürdürdüm konuşmamı.

“Senin iznini istediğimi sanmıyorum. “

Sanırım bütün planı mahvettim. Eğer Rosé bundan sonra dükün yanında kalırsa onu bir daha görmem asla mümkün olmayacak.

“Çıkabilirsin.”

Eliyle kapıyı işaret edip beni bu şekilde odasından kovması daha çok sinirlenmemi sağlamıştı. Yumruğumu sıktım. Bu şekilde bitmemeliydi bu konuşma. Hem gündüz olanları da hâlâ unutmuş değildim. Rosé’un çiftlikle olduğunu bilmesine rağmen bunu gizlemişti, üstelik Rosé’la birlikte geri döndüğümde beni kandırdığını anladığımı bilmesine rağmen durumu açıklamak için tek kelime bile etmedi. Şimdiyse beni Rosé’dan ayırmaya çalışıyor.
Yine de şuan çok kritik bir aşamadayız. Rosé’un kesinlikle başkente gitmesini engellemeliyim ve bunun için de dükün gönlünü hoş tutmalıyım.

Ama bu sahte yalakalığıma dayanamayacağım. Bunun için de kendimi rahatsız hissetmeyeceğim şekilde davranmalıyım. Tanrı bilir ya, Rosé onu ülkesine göndereceğime dair verdiğim sözüme inanıyor ve bu konuda bana güveniyor. Bu yüzden aşırıya kaçmamalıyım ve sinirimi kontrol altına almalıyım.
Ani bir hareketle dükün çalışma masasına dayadım ellerimi. Başımı ona doğru yaklaştırdığımda lambanın ışığı aydınlattı yüzümü. Sanırım hayatında ilk defa benim ona karşı olan öfkemi gözlerimde görebilecekti.

“Gerçek Sirius benim. “ dedim tehditkâr bir ses tonuyla. “Bence bana karşı çıkmazdan evvel daha iyi düşünmelisin.”

Hiçbir tepki vermeden sessizce yüzüme baktı. “Dediğim gibi. Rosé’u hiç kimseye vermiyorum. Nereden geldiğini bulup oraya göndereceğim onu. “

Herhangi bir cevap vermemesini söylediklerimi kabul ettiğine yordum. Arkamı dönüp kapıya doğru ilerlerken konuştuğunu duyduğumda arkam ona dönük öylece durup onu dinledim.

“Bütün bu cesaret gösterisi bir iblis içinse sana söylemek istediğim bir şey var. Bu yolun sonu pişmanlıkla dolu. Bunu görebiliyorum. “

Her zaman her şeyi bildiğini sanıp kendinden emin konuşuyor. Ama hayır, bu defa beni kararımdan vazgeçiremeyecek.

. . .

“Ne olursa olsun. “ dedim umursamazca. Onunla rahat bir kahvaltı bile edemiyorum. Tabağındaki yemekten bir çatal alıp bana baktı.

“Ne olursa olacak zaten. Önemli olan senin hazırlıklı olman. “

Sandalyede geriye doğru yasladım ve kollarımı karnımın üzerinde birleştirdim. Boş tabağıma bakarak “Hazırlıklı olacak kadar güçlü değilim besbelli. Bunu kabul et artık. Bu da senin şanssızlığın.” Dediğimde sözümü kesti. “Maxi! “

“Bana istediğin kadar bağır. Bu senin şansına en güçsüz oğlunun en sona kaldığı gerçeğini değiştirmez. “

“İşte bu yüzden! “ dedi bağırarak ayağa kalkıp. Kendime hakaret etmem mi sinirlendirmişti onu bu kadar, yoksa ona hakaret edişim mi?

“İşte bu yüzden hazırlıklı ol diyorum sana. Zafer kazanıp laneti yenebilecek bir yol varsa eğer sen o yolu seçmelisin. Buna mecbursun. Madem kızı vermek istemiyorsun o zaman savaşacaksın. Bu kadar basit! “

Dışa doğru sesli bir şekilde nefes verdim. Hâlâ aklının bir köşesinde onu imparatora vermek var.

“Bak.” Dedi yalvarırcasına. “Bu lanet güçlü güçsüz diye ayrım yapmıyor. Sırası geldiğinde görevini yerine getiriyor. “

Sessizce ona bakıyordum hâlâ.

“O yüzden hemen kahvaltını yap ve benimle aşağıya gel. “ çatalı bıçağı öylece masanın üzerine bırakıp sinirle ayrıldı masadan. Daha hiçbir şey yememiştim ama toktum. Ne demekti bu? Ölüm yaklaştıkça dünya nimetlerine karşı tokgözlü mü davranıyordum?

Bir şeyler yemek için kendimi zorlamak istedim. Çatalla bıçağı elime aldım. Bir süre masanın üzerindekileri izledim. Ama karar veremiyordum. Toktum işte!

Sandalyemi geriye doğru çekip masadan ayrıldım. Dükün gittiği yöne doğru ilerledim. Antrenman odasına.

İçini biraz olsun rahatlatmak istiyordu belki de, ağabeylerimin karşılarına çıkmayan şans benim karşıma çıkmıştı ve o hiç değilse son evladının bu şanstan yararlanması gerektiğini düşünüyordu. Eğer beni de kaybederse üzülürdü, ama üzüleceği ben olmazdım. Son varisi de yok olduğunda Sirius dukalığı imparator tarafından atanmış bir kukla dükün eline geçmiş olacaktı. Bu durumsa dükün en büyük korkusuydu.

Keşke bu çabayı biraz daha erken gösterseydi. Dük zeki bir adamdı, evladını kurtarmak istiyorsa elbet bir yol bulurdu. İstemiyormuş demek ki...

Belki de fazla çocuğu olduğundan aramızda rekabet olacağını düşünmüş ve yavaş yavaş hepsinin ölmesine göz yummuştu.

Hep dediğim gibi, dükün kafasının içini görmek gerçekten de zor.

Antrenman alanına gelmeden önce küçük bir odada üzerimizdekileri daha güvenli kıyafetlerle değiştik. Dük kılıç elindeyken kendini kaybeder ve aniden ciddi bir savaşçı gibi saldırmaya başlar. Karşısındakinin oğlu olduğunu, bir antrenmanda olduklarını tamamen unutur. Bu gerçeği acı bir şekilde tecrübe etmiştim.

Üzerimizi değişip alana girdiğimizde “Kendini kaptırıp beni vaktinden önce öldürme. “ dedim şakacı bir yolla.

Mavi denizin efsanesi ✅Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin