3.1❄

92 83 0
                                    

Bir maskeli balo olacağı onu bu kadar heyecanlandıracağını tahmin etmemiştim. En azından bunun üzerinde düşünmemiştim. Oysa benim alışık olduğum, buna rağmen nefret ettiğim ortamdı balo ortamı. Üzerine bir de prensesle aramızın kötü olduğu haberini yayanlara inat o haberi yalanlama çabasına girecektim. Tahmin etmek çok zor olmasa gerek, bütün balo boyunca prensesin yanından ayrılma iznim olmayacaktı.

Hâlbuki Rosé da gelmek  istiyordu ve açıkçası beni prensese bu kadar yakın davranırken görmesini istemiyordum. Mecburi bir yakınlıktı benimkisi. Zaten prensesin kendisi de pek memnun gözükmüyordu bu nişandan. En son gerçekleşen baloda kendisi de bunu fazlasıyla belli etmişti. Gerçi o balo gecesinden sonra kendime Rosé’u bir daha saray dışına çıkarmayacağıma dair söz vermiş olsam da onun şimdiki bu hevesli hali bana vicdan azabı çektiriyor. Ona “Sen sarayda kal! “ dediğimi düşünüp yüzünün alacağı hali getiriyorum gözümün önüne. Düşeceği hayal kırıklığı aklıma geldikçe içimi kemirip duran o his çıkıyor saklandığı delikten.

Daha önce her şeye olduğu gibi bu maskeli balo olayına da yabancıydı ve önceki baloyu sevmiş olacak ki “balo” olacağını duyduğunda heyecanlanmıştı. Bütün bu heyecanını solduracak kişi olmak fikri canımı sıkıyordu. Üstelik bu sefer ısrar etmediğim halde dük kendiliğinden Rosé’un da gitmesine izin vermişti. Tabii önceki baloya giderken yolda olanları ona bildirmemiştim. Arabacı da bu konuda ağzını açmıyordu. Gözümün önünde alev almış insanlar hâlâ ara ara kabuslarımda rol alıyorlar.

Gözlerini kocaman açmış, ara sıra kırmızı kirpiklerini kırpıştırarak ona bir şeyler söylemek için buraya çağırdığım için benden konuşmamı bekliyor. Sessizliğime daha fazla tahammül edemeyerek yanaklarını şişirip dışarıya doğru nefes verdi.

“Şöyle ki... “ diye konuşmaya başladığımda gözlerini gözlerime dikip sabırsızca konuşmamı sürdürmemi bekledi. Onun hareketlerini incelediğim her saniye ona gerçekleri söylemek daha da zor geliyordu bana.

“Sen gidemeyeceksin. “ diyecektim sadece ama bunu bile başaramıyorum.

“Senin baloya giymeye elbisen var mı? “ amaçladığım şeyi söyleyemeyerek vaz geçip son anda bir soru sormak değildi amacım. Ama beynim bu konunun daha fazla uzamaması için kontrolü ele almıştı bile. Unuttuğum bir şey vardı. Ona zaten bir elbise sipariş vermiştik terziye. Gül0mseyerek başını hızla evet makamında salladığında elimle alnımı ovuşturarak buradan dönmenin başka yolunu bulamadığımı düşündüm içten içe. Onu da götürmekten başka şansım yoktu.

“Hem belki imparator ondan hoşlanır da dansa kaldırır onu!” Dükün bu sözünün zihnimde yankılanmasına rağmen o kadar da şanssız olmadığımı söyledim kendime. Onca genç leydi arasından imparator Rosé’la dans edecek değildi ya! Sonuçta burada film falan çekiyor değiliz.

“Tamam. O zaman sen git hazırlan. “ Bir ihtimale karşı içimde oluşan korkuyu gülümsememle gizleyerek onu odadan gönderdim. Sevinçli olduğunu sanırım daha fazla belli edemezdi. Onun seke seke odadan çıkışı yüzümde ufak bir tebessüm oluşturmuştu. Onu kıskanmıyordum.

Bu kendime karşı söylediğim bir yalan değildi. İçimde herhangi bir kıskançlık belirtisi yoktu. Onun baloya gitmesini engellemek istememin sebebi de kıskançlık değildi. Onu korumak istiyorum. Rahatsız olacağı, başına kötü bir iş gelecek herhangi bir olaydan korumak istiyorum onu.

Benim sorun ettiğim onun imparatorla dans etmesi ihtimali değil. İmparator bütün kadın ve erkeklerin ona ait olduğunu düşünerek fazla ileri gidebiliyor. Rosé’a karşı rahatsız edici hareketlerde bulunabilir ve onun gibi saf birisi bunu anlamayacaktır. Onun bu hareketlerinin farkında olmadan saf saf gülümseyecektir imparatora ve belki sonrasında bu yaşadığı onun için büyük bir travma olacaktır. O henüz insanların karanlık yüzünü keşfetmiş değil. Bense prenses yüzünden sık sık onun etrafında olamayabilirim.

Kendimi her zaman kötü ihtimalleri düşünmeye zorlamıyorum. Olan bu, bütün gerçekleri göz önünde bulundurmalıyım. O, ilk Sirius düklüğüne gelirken tehlikeli orman perilerine de aynı sevinçle ve heyecanla bakıyordu. Sırf görünüşleri yüzünden onların iyi yaratıklar olduklarını düşünüyordu. Görünüşün aldatıcı olduğu gerçeğini henüz tam olarak bilmiyordu.

Gelip geçen hizmetçiler yüzüme tuhaf tuhaf baktıklarında koridorun ortasında bunca zaman boş boş ne yaptığımı sorguladım. Rosé çoktan hazırlanmaya gitmişti. O zaman ben neden boşa vakit harcıyorum?

Silkinip baloya odaklandım. Evet! Balodan başka bir şey düşünmeyeceğim. Her ne kadar nişanlımla aramın iyi olmadığı -Aramızda bir şey yok- gibi bir söylenti yayılmışsa ve bu söylentiyi yayanın bizzat prensesin kendisi olduğuna emin olsam da balodaki rolümü iyi oynamalıydım. Hiç değilse ömrümün bu son günlerinde dük için hayırlı bir evlat olmalıyım. Son kez isteğine saygı duymaya itiyor içimdeki ses beni. O zavallı adamcağız için son bir iyilik yap diyor. Zavallı adamcağız diye bahsettiği de dük Sirius!

Odama girdiğimde küçük bir çantaya birkaç parça kıyafet yerleştirip yatağa oturdum. Saate baktım göz ucuyla. Yola çıkmak için daha erkendi. Sanki bilerek felaketi çağırmak için bu gecenin bir vakti çıkacaktık yola.

Ellerimi yataktan çekip kendimi sırtüstü yatağa bıraktım. Oflayarak gözlerimi ovuşturduğum sırada karanlık çaresizliğime bir meşale yakıldı. Neden olmasın?

Hemen doğruldum. Heyecanla titreyen elimi komodinin çekmecesine uzattım. Son anda elim havada kaldı. O çekmeceyi açmadan önce aklımdan binlerce düşünce geçti. Saniyenin dörtte birinden daha kısa sürede bütün o nostaljik duyguları tattığımda elimi kararsızca geri çektim. Derin bir nefes aldım. Başımı iki yana sallayıp kafamın içindeki bahanelerden kurtulmaya çalıştım. Eski kararlılığımı kısa süreliğine geri kazandığımda anında çekmeceyi açıp içindeki küçük kutuyu aldım elime.

Daha bu ilk an hissettim kutunun içindekinin yaydığı gücü. Yatağa oturdum. Derin bir nefes alıp kutuyu açtım. Kutunun içindeki kolyeyi elime alıp ışığa tutarak inceledim. Onun üzerindeki hiçbir detayı unutmamış olmam şaşırtıcıydı. Koruyucu annem öldükten sonra bir kutuya konmuştu ve bugüne kadar da kimse tarafından açılmaya cesaret edilmemişti. Herhalde üzerinde annemden izler taşıdığı içindi. Ne ağabeylerim, ne ben ne de babam bu kolyeye asla dokunamıyorduk.

Hatta onu unutmaya çalışmak için olağanüstü bir çaba içerisine girdiğimizi söyleyebilirim. Ama şimdi bunu elime almamın tek sebebi Rosé’dan başkası değildi. Bu kolye sahibini bir çemberin içerisine akarak onu korur ve Rosé’un da bunun gücüne ihtiyacı var. Kolyeyi geri kutuya koyup kutuyu kapattım. Ayağa kalkıp yatağın üzerindeki çantayı da götürerek odadan çıktım.

Her ne kadar erken olsa da burada daha fazla oyalanmanın saçma olduğunu düşündüm. Sanki yola biraz daha erken çıksak balo daha erken bitecekmiş gibi aptalca bir hisse kapıldım. Adımlarım istemsizce hızlanmıştı. Saraydan çıkmak için kapının önüne geldiğimde Rosé’la karşılaştığım an durdum. Elinde hazırlamış olduğu küçük bir çantayla beni bekliyormuş gibi bir o yana bir bu yana gidip geliyordu. Beni fark ettiği an durup heyecanla gülümsedi. Yutkundum, bir an için onu burada bırakıp gitmeyi geçirmiş olabilirdim aklımdan ve belki de o kapının önünde dikiliyor olmasaydı ben çoktan yola çıkmış olurdum. Küçük bir çocuğu kandırır gibi “Tamam seni götüreceğim. Ama git yukarıya bak bakalım ben orada mıyım? “ diye aptalca bir soru geçti aklımdan. Silkinip kafamın içindekileri bir düzene sokmaya çalıştım. 

“Gidelim.” Diye mırıldandım derin bir iç geçirip. Baloya daha vardı. Bu kadar erken yola çıkmamızı bir bahane olarak kullanıp denize doğru gitsek ne olur acaba?

Mavi denizin efsanesi ✅Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin