Sonunda her biri küle dönüşerek silindiğinde, geriye az önce olanlara dair hiçbir şey kalmadı. Bakakaldım öylece. Bir anda neler olduğunu anlamak için beynimi zorladım. Ancak ne kadar düşünürsem düşüneyim bu kan dondurucu olayı açıklayacak herhangi bir cevap bulamadım. Kendime gelmemi sağlayan şey ise ilerde atılan havai fişeklerin sesiydi. İrkilmiştim, bir başka kötü olay daha mı oldu acaba diye sormuştum kendime. Ancak gökyüzündeki rengarenk havai fişekleri gördüğümde korkutucu sesin beni yanıltmasına ve harika bir görsel şölen sunuşuna sevindim. Toparlanmaya zorladım kendimi.
Az önceki olayın şokunu atlattığımda bir anda zihnimde Rosé’un varlığı belirdi.
“Rosé! “ diye bağırarak arabaya döndüğümde hemen arkamda durduğunu ve beni seyrettiğini gördüm. Bütün bu zaman boyunca orada mıydı?
Ağır adımlarla ona doğru ilerledim. Az önceki o korkunç manzarayı görmemiş olmasını umdum. Hiçbir harekette bulunmadan sakince arabaya bindiğimde olanları görmemiş olduğunu anlayıp sevindim.
Burada böylece oturup arabanın kendi kendine ilerlemesini beklemek saçmalıktı ve ben bunu yaklaşık 15 dakika sonra fark ettim. 15 dakikanın sonunda birinin boğazını temizleme sesini duyup gözümün önünden gitmeyen o dehşet dolu dakikalardan sıyrılarak sesin kime ait olduğuna bakmaya çalıştım. Arabacının titreyen ses tonuyla “Lordum, artık gidelim mi? “ diye soruşuyla onun sağ salim olduğunu onaylamış oldum. Öyleyse aniden sesinin kesilmesi neydi? Daha da önemlisi bütün o insanların alev almasını sağlayan etken ne olmuştu?
“Gidelim.” Dedim hissettiğim korkuyu sesime yansıtmamaya çalışarak. Gidelim bakalım...
Göz ucuyla Rosé’a baktım tekrardan. Fazla normal davranıyordu. Bu dünyaya yabancı oluşundan kaynaklanıyordu belki de bu tuhaf tavrı. O, az önce neler olduğunu pek kavrayamamıştı muhtemelen. Sadece benim gitmemle kötü bir şey olduğunu anlamış, dönmemle de korkacak bir şey olmadığını varsaymıştır.
İşte bu yüzden ta en baştan bu dünyanın onun için tehlikeli olduğunu söylemiştim.
Yaşadığım şok biraz daha hafiflediğinde bizim yolumuzu kesenlerin amaçlarının gerçekten Rosé olup olmadığını düşünmeye koyuldum. En kısa sürede bunu araştırmalıydım. Onun varlığından Sirius sarayındaki birkaç kişi dışında kimsenin haberi yoktu. Sırrını da bir elin parmağını geçmeyecek sayıda kişiler biliyordu. Onun için çalışan hizmetçi kızlar, dük ve ben.
“Ve bir de şu tüccar... “ diye mırıldandım aniden aydınlanmış gibi. Ağlatarak gözyaşlarından bir servet kazandığı kızı geri istiyordu belki de. Sonuçta o zamandan beri uğramamıştı Sirius sarayına ve onun gibi birinin de böyle bir hediyeyi karşılıksız veriyor oluşu mümkün değildi.
Belki de en başta amaçladığı şeyden vaz geçmiştir ve kolay yoldan para kazanmayı özlemiştir. Böylece Rosé’u geri alarak bunu başaracaktı. Yine de inci ticareti için zavallı bir kıza işkence yapacak kadar alçak bir insan olduğu gerçeği onun böyle bir işe kalkışacak kadar cesaretli olduğunu kanıtlamaz.
Onu gözlemlemiştim, açıkçası ne kadar korkak bir kişiliği olduğunu kendi gözlerimle görmüştüm. Birilerine bilgiyi verip aradan çekilme ihtimali belirdi kafamın içinde. Belki de Rosé’un aslında ne olduğunu bütün bunlara gücü yetecek biriyle paylaşmıştır ve karşılığını da almıştır.
Elimle alnımı ovdum. Bütün bu üst üste yaşanan olaylar başımı ağrıtmıştı. Araştırma yapmam gerek, geniş çaplı bir araştırma şart. Bütün bu soruların cevabı ancak zaman ilerledikçe ortaya çıkacak.
Gözlerimi kapatıp saraya ulaşana kadar dinlenmeye karar verdim. Gözlerimi kapatmama rağmen o insanların alevler içinde çığlık atarak üzerime gelen görüntüleri geçip gitmiyordu. Bu ne tür bir büyüydü?
Ne tür bir büyücünün bu tarz geniş çaplı bir büyü yapabildiği beni meraklandırıyordu. Çünkü o eğer bu işi yalnız başına yapmışsa gerçekten tehlikelidir. Üstelik onları ne için yaktığı da bilinmiyor. Bizim için mi, yoksa kendileri için mi?
Daha fazla düşünmemeye karar vermiş olmama rağmen ne diye bunca soru kafamı kemirip duruyor anlamış değilim. İkinci defa durdu araba.
“Geldik lordum. “ arabacı konuşana kadar nefesimi tutmuştum. Bir aksilik olmadığı gerçeğiyle rahatlayarak arabadan indim.
Hemen arkamdan Rosé indiğinde koluma girmesi için tekrar kolumu uzattım. Ancak kolumu göremeyecek kadar meşguldü gözleri. Saraydan içeriye doğru ilerleyen bütün o asiller inceliyordu tek tek. Sonra sarayın koca penceresinden içeride sohbet edip gülüşen insanların görüntüsüne bakıyordu. Ağzı hafif aralı bir şekilde peş peşe gelip duran arabaları seyrediyordu. Bir anda bir şeyden etkilenmiş gibi gözlerini kapatıp kulak kabarttı.
Yüzünde hafif bir tebessüm oluştuğunda içeriden gelen klasik müzik sesinden etkilenmiş olduğunu düşündüm. Zaten o bir şey söylemediğinde ben ancak varsayımlarda bulunabilirdim. Onu şu ana döndürebilmek için hafifçe omzuna dokunduğumda irkilerek gözlerini açıp bana baktı. Kaş göz işaretiyle ona uzattığım kolumu göstererek “Kolum koptu. “ dedim tatlı tatlı sitem ederek. Bir anda unuttuğu bir şeyi hatırlamış gibi havalandı kaşları, hızla koluma girdi.
Yavaş yavaş kalabalığa karışıp içeriye girdiğimizde durumun geçen seferki gibi olmayacağını umdum. Kalabalık onu korkutmuştu geçen sefer, ancak şimdi travmasını atlatmış olacak ki hayran hayran onları seyrediyordu.
Kırmızı dantelli eldiven seçimi kesinlikle doğruydu. Çünkü pulları değişik gözüktüğünde hep kırmızı renge dönüşürdü. Ateş kırmızısı. Hafiften kaşlarım çatıldı. Başımı yavaşça iki yana sallayarak kafamdakileri dağıttım.
Böyle bir ortamda dikkat çekmemek önemliydi benim açımdan. Biraz sonra Düşes Betelgeuse’un “Hoş geldiniz! “ sözüyle karşılandık. Nazikçe gülümseyerek “Hoş bulduk. “ dedim.
Soran gözlerle Rosé’u inceledi. Elindeki şarap bardağını yanındaki masaya koyarak kolumdan çekerek beni Rosé’dan ayırdı. Şaşkın şaşkın bize bakan Rosé’a dönerek “Sen eğlenmene bak. Geliyoruz biz tatlım. “ dediğinde ne hakkında konuşmak istediğini anlamıştım. Rosé’dan biraz uzaklaştığımızda nasıl başlayacağını tahmin ettiğim o konuşmaya başladı.
“Baloya nişanlınla gelmen gerekirdi. O kız da kim? “
Elimle başımın arkasını karıştırarak sırıttım. “Nişanlımın nasıl göründüğünü bile bilmiyorum. Onu nerede bulup getireceğim ki buraya? “
“Bu nasıl soru? “ diye çıkıştı. Düşes Betelgeuse, söylentilerden fazlasıyla korkan biriydi ve değer verdiği kişiler hakkında kötü söylentiler yayılmasını elinden geldiğince engellemeye çalışırdı. O ve annem düşes Sirius çocukluktan beridir arkadaşlarmış ve annem bu dünyaya gözlerini yumduğunda bile o, bizi yalnız bırakmamıştır.
Her ne kadar bana teyzemmiş gibi iyiniyetli yaklaşsa da, benim mutlu olmamı istese de bunu benim kendi düşüncelerim doğrultusunda yapmıyor. Anlıyorum, son 3 ayım kaldığını biliyor ve zamanında annemin hayatı yeterince yaşamasına yardım etmediğini düşünerek benim hayatı doya doya yaşamamda yardımcı olmaya çalışıyor.
Ömrümün son günlerinde aşk denen duygunun yaşatma ihtimali olan mucizeyi tatmamı istiyor.
“Yanımda getirdiğim kadın sevgilim. “ dedim Rosé’a bakarak. Şaşırarak eliyle ağzını kapattı.
“Maxi sen aşık mı oldun yoksa? “ sevinç dolu sesini biraz alçaltmaya özen gösterdiği gözümden kaçmamıştı.
“Hem de çok fena. “ diye homurdandım başımı düşese çevirerek.
“Onu daha önce hiç görmedim. “ dedi dikkatle Rosé’u süzerek. “Hangi soylu böyle bir güzelliği saklamış? “
“Soylu değil. “ dediğimde dehşetle yüzüme baktı. Anında yüzündeki dehşet ifadesi silinip yerini sıcak bir gülümseme aldı. “Gerçekten aşık olmuşsun. “ elini uzatarak yanağımı okşadı. “ Yine de artık koca bir adamsın ve bir prensesle nişanlıyken herhangi bir kadınla sevgili olman hiç hoş değil. Bu duyulursa bütün imparatorluğa bir ay boyunca konuşulacak malzeme çıkar. “
Kaşlarım çatıldı ve geriye doğru bir adım attım. “Sevmediğim, tanımadığım bir kadınla nişanlıyım. Onun da beni sevmediğine eminim. Öyleyse ömrümün son günlerini aşık olduğum bir kadınla geçirmemim nesi yanlış? “
Sanırım yalanıma o kadar çok inanmıştım ki, bir an kendimi kaptırmıştım. Gözlerinde hayal kırıklığıyla bana bir şeyler söylemek için ağzını açtığında birisi tarafından konuşmamız bölündü.
“Merhaba! “ bizi selamlayana dönüp baktık. Tanımadığım bir simaydı. Ancak düşesin ifadesine bakılırsa önemli birisiydi bu kadın. Uzun siyah saçlarını toplatmıştı. Bu salonda herkesin dikkatini üzerine çeken kırmızı, göz alıcı bir elbise, ellerine de siyah bir eldiven giymişti.
Simsiyah iri gözleri heyecanla titriyordu. Benzerliği bana birini anımsatıyordu derken düşes öne atılarak onun elimden tuttu.
“Hoş geldiniz prenses Alice. “ Düşesin heyecanından da anlaşıldığı üzere o gerçekten de prenses olmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi denizin efsanesi ✅
Fantastik"Bir kadınla tanışacaksın. Tanrıçaları kıskandıracak güzellikte olacak, sana daha önce hiç tatmadığın bir sürü güzel duyguları tattıracak ve onun sayesinde ilk defa yaşadığını hissedeceksin. Belki, bir ihtimal, lanetini kırabilecek kadar güçlü bir a...