Yine de onların düşüp ölmüş olma ihtimallerine karşı benim memnuniyetsiz de olsa bir şekilde devam eden bir hayatım olduğunu düşünüp onlar için üzüldüm.
Yolun sonunda loş bir ışık görmemle adımlarımı hızlandırdım. Ne olduğunu umursamıyordum, sadece bir ışıktı işte ve belki de bir ışık görmek beni özgürlüğe götürecek diye bir algı oluşturmuştu kafamda. Kendimi kontrol edemeden git gide hızlanarak o alana doğru ilerledim.
Soluk soluğa o kurtuluş umduğum alana geldiğimde loş ışıkların mumlar tarafından oluştuğunu anladım. Bu içimdeki umudun fitilini ateşledi. Sonuçta etrafta yanan mumlar varsa bu bunların birileri tarafından yakılmış olduğu anlamına gelir.
Etrafı dikkatle incelediğimde kırmızı pörtlek gözlü heykeli görmemle içimde bir huzursuzluk hissi dalgalandı. Kalbim sıkışacak gibi oldu bu komik görünüşlü heykel karşısında. Şişman ve üstlerden basık olan bu heykel her ne kadar bana komik görünse de içimde yarattığı huzursuz hissi aşamadım bir türlü.
Burası bir tür tapınaktı muhtemelen. Unutulmuş tanrılar için hâlâ bu tarz gizli tapınakların olduğunu duymuştum. Bu yuvarlak alanda oturacak tek bir yer olmaması da bunu kanıtlıyordu. Girişin hemen önünde yere çöküp oturarak birilerinin gelmesini bekledim. Ya ben ayda yılda bir yapılan bir ayine denk gelmişsem? Bu mumları yakanların bir sonraki gelişi belki de bundan bir yıl sonra olacak?
O zaman geldiklerinde ise asil giyimli bir iskeletle karşılaşacakları için ne kadar korkacaklardır kim bilir. Gözlerimi sıkıca kapatıp aklımdaki düşünceyi dağıtmak için başımı iki yana salladım. “Bu hiç komik değil. “ diye mırıldandım kendi kendime.
Dizlerimi kendime doğru çekip yüzümü dizlerime gömdüm. Bir süredir bu mağaranın içinde dolana dolana yorgun düşmüştüm ve o yorgunluğu daha yeni yeni hissetmeye başlıyordum. Gözlerimi kapattım.
Bir anda aydınlanmışım gibi bir fikir şimşeği çaktı zihnimin karanlığında. Aklıma gelen fikrin mantığa uygunluğunu kontrol etmek için başımı kaldırıp karşımdaki duvarda asılı duran heykeli inceledim. Kaşlarım çatıldı. Dikkatle tekrardan baktım. Bir anda bütün yorgunluğumu unutup ayağa sıçrayarak heykele yaklaştım.
“Bir unutulmuş tanrı değil, bir iblis. “
Kafamın içinde canlanan düşünce ağzımdan çıkarken ben elimle heykele dokunmuştum.
“Burası bir iblis tapınağıysa eğer... “ elimi heykelden çekip çevreme baktım. “O zaman ben farkında olmadan sınırın inceldiği o yere gelmişim. “
Şimdi ne yapacağım? Hemen buradan çıkış yolunu bulup gerisini büyücülere bırakmalıyım. Bana verilen emir sadece o alanı bulmaktı, herhangi bir harekete geçmek değil. Yine de alanı bulmama rağmen bunu yetkililere bildirecek imkanım yok ve en başından beri de bu işi yetkililere bırakma düşüncem yoktu. Laneti kırmak için zaferi kazanmalıyım. Bu yüzden de buraya bu kadar yaklaşmışken buradan sonra işi başkasına teslim edemem.
Hayır! Bencillik ediyorum. Bu küçük alanda kararsızca volta atarak yaptığım hareketi eleştirmeye çalışıyordum. Yapacağım en ufak bir hata daha büyük bir felakete neden olabilir ve ben kalkmış burada lanetimi kaldırmak için bir şeyler yapmayı planlıyorum.
Hareketlerime dikkat etmezsem yok olan sadece benim ülkem değil, koca bir dünya olacak. Üstelik bu koca dünyanın içinde benim dünyam olan Rosé da var.
Kendimi dizginlemeye kafayı takmışken yavaş yavaş odaya hava dolduğunu fark edememiştim. Ancak hissettiğim bir ürperme sonucu etrafa bakabilme imkanını sağlayabildim. Odada yanmakta olan mumların ateşi heykele taraf yatay olarak yanıyordu şimdi. Girişin önünden çekilerek sırtımı duvara dayadım. Şimdi neler oluyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi denizin efsanesi ✅
Fantasy"Bir kadınla tanışacaksın. Tanrıçaları kıskandıracak güzellikte olacak, sana daha önce hiç tatmadığın bir sürü güzel duyguları tattıracak ve onun sayesinde ilk defa yaşadığını hissedeceksin. Belki, bir ihtimal, lanetini kırabilecek kadar güçlü bir a...