Rosé, sonunda diğer yanıyla yüzleşmişti. Gerçek kimliğini bir anda öğrenmemişti aslında, zamanla yavaş yavaş yaşadıklarını birleştirerek öğrenmişti. Bir de bu gece bir tanrıçanın ona gerçekleri anlatıp tamamen yapmaması gereken şeyler üzerinde onu uyarmasıyla geçmişti. Duyduklarını sindirmek kolaydı. Sonuçta kendisiyle ilgili az çok şüphelendiği bir şey vardı. Bazen bazı anılarının kopukluğu diğer yanının varlığını kesinkes kanıtlamakla kalmamış bir de geriye kendinden bir iz bırakmıştı.
Kimi zaman bir çizik, kimi zaman da çok sevdiği saçından bir tutam keserdi o kötü tarafı. Üstelik bütün bunları saklaması da çok zordu.
İyi taraf ya da kötü taraf diye bölmek istemiyordu kişiliğini. Ama olanlar ortadaydı işte.
O gece, o tanrıçanın söylediklerinden sonra bir karar verdi. Gerçi verdiği karar tanrıçayı bunları ona anlattığına pişman edecekti ama zaten tanrıçanın kendisi ona bir yol seçmesini söylemişti. Bunu düşünmüş olmasaydı ona böyle bir şey önermezdi. Üstelik ortada hiçbir şey yokken ortaya çıkarak Rosé’a gerçekleri anlatarak kendisi tetiklemişti olacakları.
Rosé o gece insanlar alemini terk etmeye karar verdi ve böylece bir yerlerde onu bekleyen ailesine geri dönebilecekti. Bir yandan o aileyi de merak ediyordu. İşte bu merakını gidermek için gidecekti onları görmeye ve ondan sonra kaderi onu nereye sürüklerse o da peşinden gidecekti.
Yapması gereken şey basitti. Onu insanlar alemine bağlayan ipleri bir bir kesip atacaktı. Bunu yapabilmesi için de dilinin keskin olması gerekiyordu.
Yatağın içinde uyuyabilmek için bir o yana bir bu yana dönüp dururken kapının tıklatılmasıyla kulak kabarttım. İmparatorun sarayında olduğumuz için gecenin bir yarısı buraya gelmesi ihtimal dahilinde olan pek çok kişi vardı ama ayak seslerinden kim olduğunu çıkaramadığımdan gelenin Rosé olduğunu büyük bir şaşkınlıkla tahmin etmiştim. Bu saatte buraya gelmekteki amacı neydi?
Böyle bir riski göze alabilecek kadar acil bir şey vardı muhtemelen. Kapı ikinci defa tıklatıldığında çevredekilerin bu durumu fark etmemesi için aceleyle çıktım yataktan. Kapıyı açtığımda üçüncü defa tıklatmak için havaya kaldırdığı elini fark ettim ilk. Sonra hızlıca aşağı indirdi elini ve “Gelebilir miyim? “ diye fısıltıyla sordu. Başımı evet makamında sallayıp kapının önünden çekilerek onun geçmesine izin verdim. O, içeri girdiğinde başımı dışarı doğru uzatıp etrafta birilerinin olup olmadığını kontrol ettim. Etrafta hiç kimseyi görmediğimde sessizce kapıyı kapatıp Rosé’un yanına döndüm.
“Bir şey mi oldu? “ diye sorduğumda başını hayır anlamında iki yana salladı. Ancak yüzündeki endişeli ifade kendini ele veriyordu. “Emin misin? “
Dışa doğru sesli bir şekilde nefes vererek bakışlarını odada gezdirirken diğer yandan da parmaklarını kütletmeye çalışıyordu.
“Streslisin.” Diye bir tespitte bulundum.
Başını hayır anlamında iki yana sallayarak beni omuzlarımdan tutup yatağa oturttu. “Stresli değilim. Sadece biraz konuşabilmek için yanına gelmiştim. Eğer istemiyorsan gidebilirim... “ Gözünü gözlerime dikip vereceğim kararı bekledi. “Kal.” Dediğimde gözlerini kapatıp başını hafifçe salladı. Nereden bakarsam bakayım besbelli stresli gözüküyordu.
Prensesin bir şey demiş olma ihtimali mi vardı? Balkonda konuştuklarımızı düşünüp isteğinde samimi olmadığını mı söyleyecekti? Pek sanmam ama belki de hâlâ imparatora hediye olarak verileceğini düşünüyordur.
Oturduğum için başımı kaldırarak karşımda duran Rosé’a baktım. Teselli edebilmek için ve biraz olsun içini rahatlatabilmek amacıyla ellerini tuttum. “Merak etme. Bu konuyu dükle konuştum. Seni asla imparatora vermeyeceğiz. Bana güven. “
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi denizin efsanesi ✅
Fantasy"Bir kadınla tanışacaksın. Tanrıçaları kıskandıracak güzellikte olacak, sana daha önce hiç tatmadığın bir sürü güzel duyguları tattıracak ve onun sayesinde ilk defa yaşadığını hissedeceksin. Belki, bir ihtimal, lanetini kırabilecek kadar güçlü bir a...