1.7❄

106 95 3
                                    

“Tıpkı bir çocuk gibisin. “ dedim sırıtarak. Beni duymamış gibi başını yerden kaldırmadan yürümeyi sürdürdü. O an aklıma çok eğleneceğimi düşündüğüm kurnazca bir fikir geldi. İşine yaradığında umursuyordu beni. Öyleyse ben de buradan geriye, ta en başa yönlendirdim adımlarımı. Hiç fark etmeden benim geride bıraktığım izleri takip ederek en başa döndü. Defalarca denedim bunu. Sırf ne zaman anlayacağını öğrenmek için defalarca da aynı adımlar üzerinde ilerleyerek bir daire şeklinde bahçeden ok atma alıştırmaları alanına doğru bir daire şeklinde gidip geldik.

En sonunda, yaklaşık bir yarım saat kadar sonra duraksadı. Sanırım bu an içinden “Bu işte bir tuhaflık var. “ dediği andı. Başını kaldırıp etrafa baktı dikkatle. Sonra bakışları önünde durup ona sırıtan bana iliştiğinde el salladım ona. Ama beni yanıltarak omuz silkip yoluna devam etti. Artık bu oyundan sıkıldığım sırada ondan birkaç adım öndeydim. Bütün vücudumu ona taraf çevirip adımlarımı zıplayarak takip edip bana yetişmesini bekledim. Ellerimi arkada kenetledim. Bazı yerlerde bilerek iri adımlar attığım için bir sonraki adımı atmak için zıplaması gerektiğinde zıplıyordu ve aynı anda uzun kırmızı saçları da onunla birlikte havalanıyordu. Adım attı, attı ve en sonunda bir sonraki adım için zıpladığında önündeki benim gibi büyük bir engeli fark etmeyerek bana çarptı. Dengesini korumakta zorlandı ve tam yere düşecekken onu kolundan tutarak düşmesini engelledim.

“Dikkatli ol. “ dedim onun bu haline gülerek. “Yürürken önüne bakman gerekir. Fark ettin mi, bilmiyorum ama defalarca aynı yerde dönüp duruyorsun.”

Kaşlarını çatarak yüzüme baktı ve aynı zamanda başını evet anlamında salladı.

“Fark ettin mi yani? “ diye yineledim sorumu şaşkınlıkla. Bir kez daha evet cevabını aldığımda “O zaman neden aynı adımları takip etmek yerine direkt gitmek istediğin yere gitmedin? “ diye sordum. Anlatmak istediği uzunca bir şey olduğu besbelliydi ama bunu nasıl açıklayacağını bilemiyordu sanki. Birkaç saniyelik sessizliğin ardından omuzlarını silkti.

“yoksa sırf ben aynı yerden yürüyorum diye mi? “ Sadece tahminimi dile getirdiğimde alacağım cevabı önceden biliyormuş gibi emindim kendimden. Evet demişti o bir kez daha başını sallayarak. Ona oyun oynamak ise şimdi vicdanımda bir çeşit yara açmıştı. Kandırmak istememiştim, sadece biraz eğlenmek iyi olur diye düşünmüştüm. Ama eğlence anlayışımın onu kandırışımdan geçtiğini şimdi anlıyordum.

Az önce düşmesin diye tuttuğum kolunu artık dengede durabildiğini gördüğüm için bıraktım. Yaptığım oyunu bu kadar uzatmaktan utanç duyarak ağır ağır saraya doğru ilerledim. Artık adımlarımı takip etmediğini yanımda hissettiğim varlığıyla anladım. Birlikte yürürken göz ucuyla fark ettiğim kadarıyla sanki çok enteresan bir şey seyrediyormuş gibi bana bakmayı sürdürüyordu. Sarayın kapısının önünde durdum. Arkada kenetlediğim ellerim havada iki yana açılarak soruma eşlik etti. “Neden bana dik dik bakıyorsun? “

Omuz silkti. Dışa doğru seslice nefes verdim. Sonra tartışma başlatmaktan vazgeçerek açık olan kapının önünde durup ilk onun geçmesini istedim.
“Önce sen geç. “
Dediğimi yapıp önümden geçip içeriye girdiğinde durdu. Beni bekliyormuş gibi yüzüme baktı. Ben de dışarıdaki soğuğun artık rahatsız edici boyuta ulaşmasıyla daha fazla dayanamayarak içeri girdim. Aniden sıcak ortama girmemle içimde ılık bir his oluştuğu için yüzümde engellenemeyen bir tebessüm oluştu.

Bir anda Rosé’un gözümün önünden kaybolmasıyla içimdeki bütün o güzel hisler de dağıldı. Hızlı davranarak onu aramaya başladım, çünkü eğer dükle karşılaşırsa onun öfkesine maruz kalırdı ve Rosé gibi birinin asla böyle bir öfkeyi atlatabilmesine imkan yoktu. Temkinli adımlarla onu aramaya koyulurken fazla uzaklaşmış olmadığını ve şöminesi yanan salonda olduğunu anlamam gözüme parlak kırmızı rengin ilişmesiyle olmuştu. Rahatlayarak derin bir iç çekip hemen kapının yakınında olan salona girdim. Kollarını iki yana sallamış bir heykel gibi şömineyi seyrediyordu. Salona girdiğimi ayak seslerimden anlamış olacak ki dönüp bana baktı. Her ne kadar hissetmediğini söylese de sıcak ortamın ona anında etki etmesi, benim onun soğuğu veya sıcağı hissettiğine olan inancımı destekliyordu. Yanakları ve burnu kıpkırmızıydı.

“Ne ara buraya girdin? “ diye sordum. Alacağım cevap yine onun omuz silkmesi olduğunu bildiğim için o omuz silker silkmez isyan eder gibi bir ses tonuyla konuşmamı sürdürdüm.

“Sana yanımdan ayrılma demiştim oysa ki. Ama beni umursamıyorsun bile. “

Ne yapacağını bilemiyormuş gibi bakışlarını halıda gezdirdi.

“Saray içinde böyle rahat dolaşmamalı.” Aniden dükün o otoriter sesini duyduğumda arkama döndüm.

“Sadece biraz ısınmak için buraya gelmiştik. “ diye açıklamada bulundum.

“Onun derslerine odaklanması gerek. O yaratığa 3 ay içinde bir şeyler öğretemezsen bütün planlarımız mahvolur. “

“Hayır! “ diye çıkıştım sertçe. “Ondan yaratık diye bahsetmeyi kes artık. “

Tek kaşını kaldırarak konuşmamı sürdürmeye cesaret edip edemeyeceğimi bekledi.

“Sadece.” Dedim onun baskıcı yüz ifadesiyle karşı karşıya kalmaktan çekinerek. “Sadece biraz eğlenmek için zaman ayırdık o kadar. “ Kendimi sakinleşmeye zorladım. “Birkaç dakika sonra derse geri döneriz. “

Homurdanarak bir şeyler geveledi ağzının içinde. Sonra bakışlarını benim üzerimden çekerek şöminenin yanan ateşine bakmakla oyalanan Rosé’a baktı.

“Vaktinizi boşa harcamayın. “ diyerek salondan ayrıldı. Kapıdan çıktığı an sanki nefessizlikten boğuluyormuş gibi derin bir nefes aldım.

“Hadi biz de çalışma odasına dönelim. “

Sözlerimi duyan Rosé, hemen koşarak yanıma geldi.

“Tıpkı bir çocuk gibisin. “ dedim mırıldanarak ve sonrasında güldüm.
Fazla vakit kaybetmeden çalışma odasına geldik, gelmesine de vaktimizi “eğitim” adı altında harcayacak bir şeyler bulamıyordum. Kalkıp da ona gerçekten cariyelik eğitimi verecek değildim ya, gerçi kendisi de buna pek hevesli olmadığı için benim isimi kolaylaştırıyordu. Ellerimi arkada kenetlemiş odanın içimde volta atarken birden gözüme duvarda asılı olan harita ilişti.

“Bak burası Yıldız imparatorluğunun haritası. “
Duvardaki haritayı işaret ederek Rosé’a vatandaşı olduğum imparatorluğu tanıtmaya çalıştım.

“Yıldız imparatorluğu 25 düklükten oluşuyor. “ Elimi haritanın üzerinde rastgele gezdirdikten sonra bir noktada durdum. “Lordu olduğum düklük de burası, Sirius düklüğü. “

Parmak uçlarında yükselerek ilgiyle haritaya baktı. Haritanın maviye boyanmış kısmını süzdü ve sonra ince parmaklı elini aynı mavi alanın üzerinde gezdirdi.

Sanki sıcak bir şeye dokunmuş gibi elini anında geri çekti. “Bir sorun mu var? “

Kaşlarımı çatarak yaptığı bu hareketi anlamlandırmaya çalışıyordum. Başını hayır anlamında sallamasına rağmen bir sorun olmadığına emin olamamıştım.

“Gerçekten denizden mi geliyorsun? “ diye sordum bir anda. Defalarca düşünmeme rağmen bana mantıklı gelmiyordu.

Hiçbir cevap vermeden iç geçirdi ve çalışma masasına yöneldi.

“Tamam.” Kelimeyi uzatarak söylemiştim. “Derse dönelim o zaman. “

Mavi denizin efsanesi ✅Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin