Aslında hiçte korkutucu değildi bakışları. Ona tuhaf bir sevimlilik katıyordu kaşlarını çatması. Yine de başka bir teselli şekli bilmediğim için ne kadar güçlü olduğunu vurgulamam en doğrusu olur diye düşünüyorum. Anlattıklarımı dikkatle dinlerken söylediklerim karşısında ağzı açık kaldı. Sonra kendi kendine başını salladı. Aniden iki eliyle de yüzüne vurunca korkudan yerimden sıçradım ama bu hareketi kendine gelmek için uyguladığını biraz sonra fark ettim.
Rafa doğru ilerledim tekrardan. Ülkelerle ilgili bütün kitapları getirip masanın üzerine serdim.
“Hadi, vakit kaybetmeyelim. Bu kitapların hepsini teker teker incelemeliyiz değil mi? “
Aniden aklıma gelen soruyu fazla beklemeden ona yönelttim. Uzun zaman önce sormam gereken bir soruydu aslında.
“Sen okuma yazma biliyorsun değil mi?"
Evet anlamında başını salladı.
“Hangi dilde? “
Elleriyle çenesini okşayarak bakışlarını tavana dikti. Uzun uzun düşündü. Sonra parmaklarıyla bir şeyler saymaya çalıştı. Sağ elini beş parmağı da açık bir şekilde havaya kaldırdı ve bana yaklaştırdı.
“5 dilde mi? “ diye sordum hayretle. Başını sallayarak evet anlamında bir cevap verdi.
“Bu harika! “
Yabancı dildeki kitaplara da bakabilirdi ve böylece kaynağımız daha da genişlemiş olurdu.
“Öyleyse şu kitaplıktaki anlayabildiğin kitaplara da bak. “ Dedim elimle kitapları getirmiş olduğum kitaplığı göstererek. Başını sallayarak hızla harekete geçti.
Masanın üzerindeki sayısız kitapları incelemeye koyulduk. Uzun uzun en ince ayrıntısına kadar inceliyorduk. Okuduklarımız okumadıklarımıza karışmasın diye de bir birinden ayırdık.Hayatım boyunca seyahat etmeye çalışsam bile ömrümün yetemeyeceği kadar büyük bir dünyaymış demek burası. Gerçi hayatım öyle uzun da değil, ama benim burada bahsettiğim şey, kesinlikle 100 yıl boyunca dünya turuna çıkılsa bile gezilmemiş çok yer kalacağıdır. Şimdi fark ediyorum, içinde yaşadığım dünyayla daha önce hiç ilgilenmemiştim. Ait olduğum gezegene bu kadar yabancı mıydım yani?
Yine de ağabeyime bu konuda minnettarım. Geçte olsa coğrafi bilgimi onun sayesinde artırıyordum. Ancak bu benim ne işime yarardı ki? Şunun şurasında 3 aylık ömrüm kalmıştı ve benim için şuan tek önemli olan şey Rosé’u kendi ülkesine güvenle ulaştırabilmekti. Kitap okumaktan yorulan gözlerimi ovuşturdum. Sandalyeme oturdum ve geriye doğru yaslandım. Akşam üzeriydi ve kitaplara başımız o kadar karışmıştı ki, ışığı açmayı bile akıl edememiştik, ancak odaya tamamen karanlık da hakim değildi. Ay ışığı altında elmas gibi parlayan kar tanelerinin ışığı ikide bir odaya yansıyor Rosé’un yüzünü aydınlatıyordu. Rosé başını masanın üzerine koyup uyuyakalmıştı. Bugün bu kadar uğraşmamıza rağmen sonuç tam bir hüsrandı. Nasıl olurdu da ülkesine dair tek bir şey bile bulamazdık?
Yine de bu defa pes etmemiş gibiydi, muhtemelen yarın da aynen böyle devam edecekti. Başımı geriye atıp gözlerimi kapattım. Bir süredir aklımdan çıkmış olan lanet, şimdi boş zamanımı kolluyormuş gibi rahatlamama izin vermeden tekrardan zihnimde belirmişti. Onu görmezden gelemezdim, kabullenmek de olmazdı, gelecekte olanları düşününce. Pes etmemeli ve savaşmalıydım sonuna kadar. Ah, kimi kandırıyorum?! Aynısını yıllardır Siriuslar yaşıyor. Yıllardır lanetin pençesinden kurtulmaya çalışıyorlar ve sonuna kadar umutla bir yol arıyorlar, ancak şuana kadar kurtulan olmadı. Benim onlardan ne gibi bir üstünlüğüm olabilir ki? Ben de sıradan bir insanım ve gücümün bir sınır var.
Yazardan.
Uzun, karanlık tünelden art arda ilerleyen dört kişi vardı ve her biri ellerinde tuttukları lambayla yollarını aydınlatmaya çalışıyorlardı. Önde ilerleyen Canobusların vizyon cadıları David’di besbelli. Kel kafası ve şişman vücuduyla birlikte yürüyüş şekli de önde yürüyenin o olduğunu kanıtlar nitelikteydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi denizin efsanesi ✅
Фэнтези"Bir kadınla tanışacaksın. Tanrıçaları kıskandıracak güzellikte olacak, sana daha önce hiç tatmadığın bir sürü güzel duyguları tattıracak ve onun sayesinde ilk defa yaşadığını hissedeceksin. Belki, bir ihtimal, lanetini kırabilecek kadar güçlü bir a...