2.0❄

108 95 1
                                    

Sanki ilk defa bir şey kokluyormuş gibi acemice kokladı çiçeği. Sonra eliyle burnunu üzerini kaşıdı. Hoşuna gitmiş olacak ki kararsızca diğer çiçeklere eğildi. Onun çiçekleri koklayışı o kadar hızla gelişiyordu ki, burnundaki kokunun izi silinmeden bir başkasına geçmenin yanlış olduğunu fark etmiyordu bile. Onun bu haline gülmemek elde değildi. Gülümseyerek gözlerimi tavana diktim ve her iki elimi de belime koydum.

Onunla vakit geçirmek, özellikle de burada vakit geçirmek sanırım bu son 3 ayıma sığdırabileceğim en değerli anlardan biriydi.

Her zaman olduğu gibi bu sefer de anımı berbat etmek için aynı soru belirdi zihnimde. Ona karşı ilk görüşte hissettiğim bu duyguları tetikleyen Helena’nın söyledikleri miydi? Yoksa o söylemeseydi de ben yine aynı duygularla bu anı yaşıyor olur muydum?

Başımı iki yana sallayarak bu düşünceleri kafamdan atmaya çalıştım. Cevabı zaten uzun zaman önce vermiştim. Bir vizyon cadısının gördüğü bütün vizyonlar gerçektir.

Bakışlarımı tekrardan Rosé’a yönelttiğimde başını bir şeye doğru eğip hızla geri çektiğini, hemen ardından da eliyle burnunun üzerini okşadığını fark ettim. Ne yaptığını anlamak için biraz daha yaklaştığımda kaktüs koklamaya çalıştığını gördüm. Koklamak için burnunu yaklaştırdığında o küçük burnuna sayısız dikenler giriyordu. Üstelik bunu defalarca deneyimlemesine rağmen vaz geçmiyordu.

“O sandığın gibi güzel kokmaz. “ diye araya girdiğimde başını kaldırıp bana baktı. “Bir çiçek gibi kokmasını bekleyemezsin kaktüsten. “

Anlamış gibi yavaş yavaş başını sallamasının aksine gözleri hiçte anlamış gibi bakmıyordu. Kaktüsü eline aldı. Bakışlarını kaktüsün üzerinde gezdirdi bir süre. Bense konuşmadan sadece onu izliyordum. Kaktüse bakıp gülümsüyor, işaret parmağıyla da dikenlerine dokunuyordu.

“Canını acıtacaksın. “ dedim tam kaktüsün dikenine dokunmak için harekete geçen elini havada tutarak. Oysa ben bunu yapmadan önce birkaç defa dokunmuştu bile dikenlere. Bilgiççe başını iki yana salladı.

Sanki... Sanki bu mümkün değil dermiş gibi baktı. Tanrıya yemin ederim, bir an öyle bir cümle yankılandı zihnimde. Sanırım onunla zaman geçirdiğimde bir şekilde zihinle konuşmanın yolunu keşfetmiştim. Ya da gözleri öyle duru, öyle saf bakıyordu ki, bütün düşünceleri bir ayna misali olan gözlerine yansıyordu.

Onca çiçek arasından en çok beğendiği şeyin bir kaktüs olması beni şaşırtmıştı. Ancak bu şaşkınlık adını verdiğim gül yapraklarını yediğindeki şaşkınlığımdan fazla değildi.

“İstersen götürebilirsin. “

Bunun sonuçlarını düşünmeden demiştim. Her ne kadar bir kaktüs olduğu için buradakilerden en değersizi olarak görülse de bunu ona hediye etmem dükün hiç hoşuna gitmeyecekti. Yine de dükün hoşnutluğu için yaşamayı bırakmamın artık zamanı gelmiş gibi görünüyordu. O benden fazla yaşayacaktı ve eminim ona karşı bu şekilde davranmama pek tepki vermeyecekti.

Rosé nazikçe gülümseyerek hediyemi kabul ettiğinde dükün bir kaktüsü abartmamasını umdum. Abartırsa da abartsın!

Rosé kaktüsü kucağına alıp diğer çiçeklere ilgisizce göz attığında ben de ellerimi arkada kenetleyerek pencereye doğru ilerledim. Pencereden dışarıyı seyrettim. Botanik bahçesinin penceresi arka bahçeye bakıyordu ve bu sarayın arka bahçesi bir hayalet mekanı gibiydi. Uzun zamandır kimse tarafından ilgilenilmiyor, çünkü oranın varlığı bile zamanla azalan Sirius ailesini anımsatmaya yetiyor. Tabii bu durum bir tek benim canımı sıkıyor. Dük eğer isterse birkaç bahçıvanla konuşup arka bahçeyi de pekâla yeniden düzenleyebilir. Sanırım kendi işlerine fazla odaklanmış olduğundan dolayı saray işlerini fazla umursamıyor.

Artık çiçeklerle tamamen ilgisini kesmiş olan Rosé geldi yanıma. Kucağındaki kaktüsü sıkı sıkı tutmuşken esniyordu ve bunu da penceredeki yansıması sayesinde görebiliyordum. Gözlerini ovuşturdu ve o da benim gibi dışarıya baktı. Bir anda hiç beklemediğim bir şekilde başını omzuma yasladığında heyecandan yerimden kıpırdayamaz hale gelmiştim. Yutkunup dikkatle ona baktığımda gözlerini kapattığını görüp yanlış anlaşılmaya kapıldığımı anladım.

Erken kalkmış olduğu için gözlerini dinlendiriyordur muhtemelen. Hem onun bu tarz davranışlarını yanlış yorumlayabileceğimden bile habersizdir muhtemelen. Bir aptal gibi onun bilmeden yaptığı her davranışı kendime addedemem. Bu tamamen saçmalık!

“Şey... “

Gözlerini açıp açmadığını kontrol etmek için pencereye yansıyan görüntüsüne baktım. “Eğer uykun varsa bugünlük odana çekilebilirsin. “

Hiçbir kıpırtı yoktu. Yine de kucağındaki kaktüsü sıkı sıkı tutuşu onun numara yapıp yapmadığını sorgulattı bana. Tıpkı küçük çocukların ellerinde oyuncaklarıyla uyuyakalması gibi tatlı gelmişti onun bu hali bana.

“Pekâlâ iş başa düştü. “

Eğilip onu kucağıma aldım. Bir anda kıpırdandığında uyandığını düşünüp birkaç saniye orada öylece durdum. Uyanmamıştı.

Kucağımda onunla koridora çıktığımda ona hizmet eden hizmetçiler karşıladı beni hemen kapıda. “Uyuyakaldı.” Dedim yüzümde ciddi bir ifadeyle. Bunlar dükün ispiyoncusuydu ve olan her şeyi ona anlattıkları için üzerlerinde yanlış bir izlenim bırakmak istemiyordum.

Yine de kucağımda Rosé varken o yanlış izlenimden kaçmam pek mümkün değildi.

Mavi denizin efsanesi ✅Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin