4.7❄

92 86 0
                                    

Ve sonunda o büyük gün gelip çatmıştı. İmparatorluğun dört bir yanından kutlama sevinçleri yükseliyor, tebrik mektupları geliyordu saraya. Daha günlerce önceden başlamış havai fişek gösterileriyse hâlâ sürmekteydi. Bu sadece halkı değil, yüksek kesimi de eğlendirebilen bütün statülerin unutulduğu tek tük kutlamalardan biriydi. Sarayda verilecek davet için gelen at arabaları yavaş yavaş doldurmaktaydı sarayın önünü. Ta ötelerden, imparatorluğun en ücra köşelerinden bile bir sürü soylu hiç üşenmeden sarayda verilen davet için gelmişlerdi.

İmparatorun doğum gününe daha 3 gün vardı ama misafirler şimdiden saraya varmıştılar ve doğum günü kutlamalarına kadar da bir süre burada kalacaklardı.
Bu benim için ne kadar alışıldık bir şeyse Rosé için bir o kadar yabancıydı. Aslında doğum gününün hiçbir olağanüstülüğü yoktu, herhangi bir balodan farksızdı, ama yine de bu onun buradayken katıldığı ilk ve tek doğum günü olacaktı. Dışarıyı görebilecek şekilde oturmuştu arabada ve ikide birde sıçrayıp o muhteşem manzaraları görebilmek için pencereden başını sarkıtıyordu. Hemen yanımızda oturan dük ise bu durumu hiç hoş bir şekilde karşılamıyor, rahatsız homurtular çıkarıyordu. Onun için bir sorun olsun ya da olmasın bu Rosé’un umurunda değil gibiydi. Aksine onu sinirlendirebilmek için sanki bazı yerlerde bilerek abartılı davranıyordu.

Dük onu hâlâ imparatora hediye etmekte kararlıydı, bizse bu 3 gün boyunca onun olabilecek en rezil hediye olabilmesi yönünde saçma sapan bir plan yapmıştık.
Sarayın önünde durdu araba ve biz de arabadan inip sarayın kapısına doğru ilerledik.

“Onu bu gece imparatora tanıtacağım. “ Dükün bu sözleriyle bir süre duraksayıp sinirle ona baktım. Bu konuyu daha önce defalarca konulmamıza rağmen benim duygularımı yok saymaktaki bu ısrarını anlayamıyordum.
“Hayır.” Dedim ses tonumun sakin çıkmasına özen gösterip yoluma devam ederken. Ancak dük bir şey demeden imparator tarafından gönderilmiş olduğunu söyleyen bir muhafız geldi yanımıza.

“Ona bu konudan bahsetmiş miydin?" diye sordum sinirle. Dük yavaşça başını sallayıp “Biraz bahsetmiştim. “ dediğinde sinirden yumruklarımı sıkıp önüme baktım. Sinirimin gözlerime yansımaması için çabalıyordum ama sanırım bir şekilde kendimi ele verdiğim için beni sakinleştirmek maksadıyla yumruğumu sıktığım elimden tuttu Rosé.

Muhafız bir kapının önünde durup kapıyı tıklattı. İçeriden girebilmemiz için komut geldiğinde “Siz gidin. Ben burada bekleyeceğim. “ dedi dük Sirius.
Rosé’u imparatora kendi ellerimle teslim etmemi isteyecek kadar acımasız mıydı bu adam?
Hiçbir şey diyemedim. Sanki dilim tutulmuş gibiydi ve ayaklarım da kendiliğinden imparatorun odasına doğru ilerliyordu.

Rosé, korku dolu gözlerle beni süzerken ona doğru eğilip, fısıltıyla “Merak etme, seni ona vermeyeceğim." dedim. Ancak ağzımdan çıkanların hiçbir güvencesi yoktu. İmparatora karşı gelebilirdim elbet, bu durumda tehlikede olacak kişi sadece ben olmazdım.
İmparator bizi gördüğünde gülümsedi. Zorunlu bir saygıyla önünde eğilerek selamladık onu.

“Hediyem fazlasıyla güzelmiş. “ diye söze girdiğinde dişlerimi gıcırdattım. İçimde fokurdayan ve zapt edilemez bir duygunun uyandığını hissettim.

“Ben sizin hediyeniz değilim! “ Rosé benden önce davranarak kendini savunmuştu. Ona verdiğim sözü tutmama fırsat bile tanımamıştı, ama ortam tuhaf şeyler dönüyordu. İmparator sanki bir kukla gibi Rosé’un söylediklerini tekrar edip dururken bomboş bakan gözlerini de halıya dikmişti. Kaşlarımı çatıp imparatorun tavrını inceledim. Ellerinin masanın üzerinde kenetlemiş bir şekilde oturmasıydı değişmemiş olan tek hareketi. Onun dışında gözlerindeki bakışlar silinmişti ve ses tonundaki o otorite de kaybolmuştu.

Mavi denizin efsanesi ✅Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin