2.1❄

109 93 0
                                    

Uzun zamandır herhangi bir baloya gitmiyordum, çünkü bu tarz eğlencelerden soğumuştum. Sanki zaman etrafımda akıp giderken kendi kısacık zamanımı bu tür içi boş eğlencelere harcamak yerine daha faydalı kullanmam gerektiğini hissediyorum. Durumum başka türlü de yorumlanabilir. Aslında pek çok yönden yorumlanabilir. Örnek, genetik.

Dükün o tarz eğlencelere olan nefreti belki de bana da geçmiştir. Benimki kalan zamanımı boşa harcamakta cimrilik yapmaktı, kesinlikle nefret değildi.

Yine de sanırım bugünkü balo için bu cimriliği bir köşeye kaldırmak zorundayım. Rosé’la geçen zamanım boşa geçiyormuş gibi hissettirmiyordu. Aksine her anım daha fazla anlam kazanıyordu, her saniye daha değerli gözüküyordu gözüme. Daha balo için davet gönderildiği günden beridir dükün gitmem için üzerimde uyguladığı baskılar gizliden gizliye artmıştı. Oraya mutlaka nişanlımla gitmem gerektiğini söyleyip duruyor, aramızın iyi olacağı sinyallerini yaymamda ısrarcı oluyordu.

Tanrı aşkına, kim hiç tanışmadığı birisiyle iyi geçinir ki! Geçinemez bile, aramızda pek sohbet olmadığı için geçinmek gibi bir durum söz konusu bile olamaz. Bir de şu var ki, imparator saçma sapan bir sebepten dolayı 3 ay sonra ölecek biriyle kız kardeşini nişanlamazdı. Bu herkes tarafından bilinebilecek bir gerçek. İmparatorun tek istediği şey sahip olduğu onlarca çocuğu ve kız kardeşleriyle dük aileleri arasında bir evlilik gerçekleştirerek dukalıkları kendine bağlamak. Ve bu çabası da takdire değer.

Bu nişan meselesi bile Sirius düklüğünün desteğini kazanmak için yeterliydi imparator için. Bu yüzden evlilik meselesini uzatacak, sonunda da ölümümü göstererek bu evliliğin iptal olduğuna dair derin kederini paylaşacaktı. Son Sirius varisi de benimle birlikte yok olduğunda imparator bir sonraki dükü kendisi seçecekti. Bir sürü kukla dukalıklar.

Onun aklındaki kendince muhteşem fikir herkes tarafından biliniyor, ancak kimse tarafından eleştirilmiyordu. Çünkü dukalıkların da imparatora ihtiyacı vardı. Varlığıyla taşıdığı güçlü sihir ayakta tutuyordu imparatorluğu.

Kapı tıklatıldığında başımla birlikte bakışlarımda kapıya yöneldi. Gülümseyerek çoktan hazırlanmış olan Rosé’a baktım. Baloya benimle gitmekte kararlıydı. Zar zor izin alabilmiştim dükten. Onlarca bahane sunarak sonunda izni koparmıştım.

Eğer Rosé oraya gidip kendini göstermezse, kimse tarafından dikkat çekmezse ilerde onu hediye olarak imparatora verdiğinde imparator tarafından değersiz görülecekti bahanelerimden birine göre. Biliyorum, bu fazlasıyla iğrenç bir düşünce şekli olurdu, tabii eğer bu dediklerim benim gerçek fikirlerim olsaydı.

Onun böyle abartılı giyinmesinde dükün kesin talimatları olduğuna adım gibi eminim. Dikkatle onu süzdüğümü fark ettiğinde bir yanlışlık olup olmadığını kontrol edebilmek için kendi üzerini inceledi. Elbisesinin eteğini iki yandan havaya kaldırıp olduğu yerde döndü. Beğenmiş olacak ki memnuniyetle sırıttı.

“Çok güzel olmuşsun. “ dedim ben de onun yüzündeki gülümsemeye eşlik ederek. Görgü kuralları dersinde ona öğretmiş olduğum şeyi yaptı. Önümde gülümseyerek nazikçe eğildi.

“Hiç gitmek istemiyordum. “ dediğimde yüzündeki gülümseme soldu ve kararsız bir ifadeyle yüzüme baktı. Sanırım vazgeçeceğimi sandı ki bu söylediğim sözler onu üzmüştü. Gülümsediğimde anlamaya çalışır gibi kaşlarını çattı. “Ama seninle gideceğime çok mutluyum. “

Yüzü aydınlandı birden. Sanki büyük bir felaket atlatmış gibi derin bir nefes alarak yüzüne belli belirsiz bir gülümseme yerleştirdi.

“Gidelim o zaman. “ Ayağa kalkıp oturduğum sandalyenin başından ceketimi aldım. Ceketi üzerime geçirerek ona doğru yürüdüm. Yanında durup koluma girmesi için kolumu ona uzattığımda birkaç saniyeliğine havada asılı kalan koluma baktı. Tereddütle elini uzattığında yüzümdeki ifadeyi bozmayarak onun doğru hareketi yaptığına emin olmasını sağladım. Sonunda koluma girmesi için kolumu uzattığıma emin olduğunda hızlı hareket ederek anında koluma girdi. Çalışma odasından çıkıp sessizce bu şekilde kapıya doğru ilerlediğimizde dükün kapının önünde ileri geri yürüdüğünü gördüm. Sanırım bizi bekliyordu. Önemli bir şey söyleyeceği belliydi, çünkü o önemsiz bir şey için işini yarıda bırakıp burada böyle oyalanmazdı.

Ona yaklaştığımızda durduk ve önünde eğilerek onu selamladık. O da bizi gördüğünde sonunda rahat bir şekilde durarak ellerini arkada kenetledi.

“Sana söylediklerimi unutma. “ dedi homurtuyla. Sonrasında hemen alelacele yanımızdan ayrıldı. Bana söylediklerini unutmamam imkansızdı, ancak bu şekilde diliyle belirtmesi benden istediği şeyleri yapmamam için yalvaran içimdeki sesi uyandırıyordu. Rosé’un kolumdan çekiştirmesiyle kendimi toparlayıp saraydan çıkarak arabaya doğru ilerledim. Arabanın kapısını açmış olan şoför önümüzde eğilirken Rosé’a önden onun binmesini işaret ettim.

Bir süre sonra artık balonun yapılacağı Betelgeuse düklüğüne doğru yola çıkmıştık. Bu tarz baloların ne için yapıldığı belliydi. Tek amaçları siyasetken bile eğlenebiliyor oluşları beni hep fazlasıyla şaşırtıyordu. Herkesin kendi gücünü, ihtişamını sergileme çabaları harcayarak bir yarışa benzeyen balo ne kadar eğlenceli olabilirdi ki?

Benim için her ne kadar sıkıcı gözükse de sanırım bu durum Rosé için geçerli değildi. O, bu tarz yerleri daha önce hiç görmemiş birisi olarak ilk başta fazlasıyla heyecanlı olacaktı ki bunu daha şimdiden gösteriyordu. Yine de eminim zamanla olup biteni algıladığında bu balo tıpkı bana gözüktüğü gibi gözükecekti ona da.

Bakışlarımı ondan çekip karanlıktan zor seçilen dağlara baktım. Zor da olsa görülebiliyordu işte. Benim amacım da bakmak değildi, gözlerimi oyalayıp düşüncelere dalmaktı.

Oraya vardığımda dükün dediklerini uygulamam gerekecek ve bunu düşünmek bile şimdiden can sıkıcı hale geliyor. Tanımadığım nişanlım olan prenses Alice’le mecburi bir sohbet başlatmalı ve onun bundan keyif almasını sağlamalıyım. Nasıl olacaksa!

Diğer yandan oradakilere Rosé’u tanıtmak daha da bunaltıcı bir düşünce. Hem ne diye tanıtacağım ki onu? Bir denizkızı olduğunu, dük tarafından imparator için hediye olarak hazırlandığını, ancak onun bunda kendi rızası olmadığını söyleyecek olursam ortalık karışır besbelli. Sanırım sadece susup olayı kendi akışına bırakmalıyım.

Rosé’un elindeki eldiveni fark ettiğimde bunu pullarını gizlemek için giymiş olduğunu anlamıştım. Ama bunu kendi isteğiyle değil tamamen dükün emri doğrultusunda yaptığını düşünüyorum. Eğer onun bu dikkat çeken yanını bu derece titizlikle gizlemeye çalışıyorsa henüz ona dair hiçbir bilginin bilinmesini istemiyordur. Öyleyse ne diye bütün bu riskleri alarak onun benimle gelmesine izin vermişti?

Dük fazlasıyla karmaşık bir insan. Kafasının içinde tuhaf olaylar döndüğüne yemin edebilirim, ancak kanıtlayamam.

Araba durduğunda bir terslik fark ettim. Çünkü daha Betelgeuse düklük sarayına varmamıza çok vardı. Biraz sonra dışarıda bir gürültü koptu. Kılıç ve ok sesleri olduğunu anladığım sesler bana tehlikede olduğumuzu hissettiriyordu.

“Bir sorun mu var? “ diye sordum arabacıya ama bir sorun olduğunu biliyordum. Kekeleyerek bir şeyler anlatmaya çalıştığında aniden sesi kesildi. Refleks olarak Rosé’un üzerine atıldım. Bu durumda onu yaralayabilecek her türlü oktan korumuş olurdum. Dışarı çıkmalıyı mıyım?

Belimdeki kılıcın kabzasına yapıştım. Şimdi harekete geçmezsem bir daha asla harekete geçme şansım olmayabilir. Kapıyı açıp dışarı çıkmak için harekete geçtiğimde Rosé’a baktım son bir kez. Başımı hafifçe sallayarak her şeyin yolunda olduğunu belirttim. Yapacağım şeyden vazgeçmemi ister gibi kolumdan yapışıp bana bakıyordu. Boşta olan elimle tuttuğu kolumun üzerindeki eline dokundum. Gülümsedim ve elini kolumdan çekerek hızla arabadan indim. Arabanın etrafını sarmışlardı, öyleyse neden harekete geçmemişlerdi?

Niyetleri hırsızlık olsaydı çoktan bizi öldürmüş olurlardı. Tıpkı suikastçılar gibi yüzlerini iyice kapatmışlardı maskeyle. Tanrı aşkına öyleyse bütün o zaman boyunca arabada oyalanırken neden öldürmediler beni?

Onurlu bir suikastçı diye bir şey vardı da benim mi haberim yoktu? Öyleyse amaçları ne hırsızlık ne de öldürmek değildi. Kılıcımı kavrayarak her birine dikkatle baktım. Onlar da pozisyon almış her an harekete geçeceklermiş gibi etrafımda ağır adımlarla dolanmaya başladılar.

Onların saldırmıyor oluşu git gide daha çok garibime gitmişti.

Rosé!

Dikkatle her birini incelediğimde eksilmiş olduklarını fark ettiğim sırada onların benim arabadan inmemi amaçladıkları gerçeği kafama dank etmişti. Asıl amaçları Rosé’du ve belki de ben onlarla oyalanırken onlar Rosé’un arabadan kaçırmışlardı. Hızla arabaya doğru atıldığımda aniden beklenmedik çığlıklar yükseldi. Ortam ısındı. Karanlığı kızıl alevler böldü. Burnuma yanmış et kokusu geldiğinde yutkunarak korku dolu gözlerle etrafa baktım. Her biri cayır cayır yanıyorlardı ve acı haykırışlarıyla yanmayan tek kişi olan benden yardım dilenircesine üzerime koşuyorlardı. Onlar yaklaştıkça küçülüyor, küçüldükçe yok oluyorlardı. Karanlık yolu vücutlarını saran alev aydınlatıyordu ama bu dehşetli manzara beni donduruyordu.

Mavi denizin efsanesi ✅Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin