Yatağımda rahatsızca kıpırdandım. Birinin varlığını hissediyordum ama uykulu olduğum için gözlerimi açamıyordum. Sanki birisi gözlerini üzerime dikmiş ve bana dik dik bakıyormuş gibiydi. Yavaşça varlığını sezdiğim kişiyi görebileceğim şekilde yan döndüm. Göz kapaklarımı yavaş yavaş aralarken tam önümde bir karartı gördüğümde hislerimde yanılmamış olduğumu kanıtlamış oldum. Yine de daha önce bir şeyi kanıtlamış olmaktan hiç bu kadar korkmamıştım. Anında sıkıca kapattım gözlerimi. Bu zaman birinin dışa doğru sesli bir şekilde nefes verdiğini duydum. Bu ses o karartıdan geliyordu.
“Numara yapma. Uyandığını biliyorum.” Bana tanıdık gelen sesin saniyeler içinde Helena’ya ait olduğunu doğruladığımda sevinçten neredeyse ağlayacaktım.
“Seni hayalet sandım. “ diyerek doğruldum. “Ama şimdi dikkatle baktığımda... “ başımı hafif yana yatırarak devam ettim konuşmama. “Sen bir hortlak olabilirsin. “
Odanın yarısı ay ışığıyla aydınlanmış olsa bile onun yüzü pek iyi gözükmediği için yüz ifadesini göremiyordum. Ama bahse girerim, o kesin göz deviriyordur.
“Tamam. Şakanı alkışlıyorum Maxi. Bitti mi? “
Başımı aşağı yukarı sallayarak “Bitti.” Dedim. “İyi ama sen neden gecenin bir yarısı benim odamdasın? Yoksa beni öldürmeyi mi düşünüyordun? “
“Evet, evet... Seni öldürürsem dünyaya iyilik etmiş olurum. Kötü şakalarından bütün dünya halkı kurtulmuş olur. “
Gülümsedim. Sonrasında ciddileşerek tekrar sordum. “Cidden, neden buradasın? Bir sorun mu var? “
“Uyuyamadım.”
Son zamanlardaki bu garip davranışını tek bir şeye bağlıyordum. Ölecek olmama. Belki de çocukluk arkadaşını göz göre göre kaybetmek ona ağır geliyordu ve o, benimle biraz daha fazla zaman geçirerek öleceğim zamanki acısını hafifletmeye çalışıyordu. “En azından... “ diyebilecekti. “En azından onunla son zamanlarda çok iyi vakit geçirdik. “
“Biraz dışarı çıkalım mı? “ diye sorduğumda havanın eksi kaçlarda olduğunu düşünememiştim. O da benimle aynı durumda olacaktı ki başını sallayarak kabul etti. Sonra aniden ikimize de aynı anda bir farkındalık gelmiş olacak ki bir süre sessizce bakıştıktan sonra kahkaha attık.
“Çıkalım da donup buz kestiğimizde ‘bu deliler gecenin bir yarısı bu soğukta dışarıda ne yapıyorlardı?’ diye sorsunlar. “
“Haklısın.” Dedim elimi ensemde gezdirerek. Herhalde bu saçma soruyu uykulu olduğum için sormuştum. Başka türlü düşünmeden böyle bir soru sormam. Ama o da kabul etmişti ki o benim gibi uykulu değildi önerimi kabul ederken.
“Ama balkona çıkabiliriz. “ Sanırım ne olursa olsun temiz hava almak istiyordu.
Başımı sallayarak isteğini kabul ettim ve üzerime kalın bir şeyler giyerek balkona çıktık. Sıcak odadan balkona birden bire çıktığım için bir titreme geçti vücudumdan. Burnumda hissettiğim sızıyı pek umursamamaya çalıştım, sonuçta konuşacak çok şeyi yokmuş gibiydi. Burada geçireceğimiz bu kısa sürede de onu darlamak istemiyordum.
“Hava ne güzel değil mi? “ diye bir soru sordum sessizliğin uzamaması için.
“Burada hava her zaman böyle. “ ses tınısındaki sevecenliği bozmamasından havayı güzel bulduğunu anlamıştım. “Yine de güzel. “ diye eklediğinde de ne kadar doğru anlamış olduğumla övündüm.
“Sorması ayıp, neden orada öylece dikilip bana bakıyordun? “
Bir an “Sorması ayıpsa sorma. “ diyecek gibi baktı yüzüme. Konuşmak için ağzını araladığında da öyle söyleyeceğini sandım.
“Sana anlatmak istediğim şeyler var. “
Anlatmak istediği şeyler ilgimi çektiği için yüzümde meraklı bir ifadeyle onu dinledim.
“Ama sanırım ondan önce emin olmam gereken bir şey var. “
“Nedir bu emin olman gereken şey? “ Ona dönerek sormuştum bu soruyu. Hiçbir cevap alamayınca “Son zamanlarda tuhaflaştın. “ dedim. “Genelde söylemen gereken vizyonları hep bir çırpıda, bütün soğukkanlılığınla söylerdin. Neden bu kadar duygusal davranıyorsun?”
“Hayır.” Dedi başını iki yana sallayıp. “Anlatmak istediğim şey bir vizyon değil. Farklı bir şey. Bizi ilgilendiren bir sır. “
Bütün bu sözleriyle daha çok gizemli gözüküyordu. Bu yüzden bu sırra karşı bir merak duygusu uyandı içimde. Yine de dayanılmaz bir merak duygusu olmadığı için fazla üzerine gitmedim. Anlatacağı şeyden korktum belki de. Ne söyleyeceğini bilemediğim için söylememesinin en mantıklı şey olduğu kanısına vardım böylece.
“Madem anlatmayacaktın ne diye beni güzel uykumdan mahrum ettin?” Diye homurdandığımda aniden eliyle yanağımı sıktı ve yanağım acıdığı için istemsizce bağırdım. Güldü.
“Bazen küçük çocuklar gibi davranıyorsun. “ dedi neşeyle. Sonra yüzümü incelerken bir şey fark etmiş gibi aniden ciddileşerek elini çekti. Sanırım konumunu düşünüp ‘efendisine’ karşı yaptığı bu davranışı saygısızca bulmuştu.
“Benim için endişelendiğinin farkındayım. “ dedim onun aniden değişen bu tavrını göz ardı ederek. “Öleceğimi düşünüyorsun. Bu yüzden bir arkadaş olarak iyi zaman geçirebilmek istiyorsun. “
“Buradaki bütün bu zaman boyunca bana yakın olan tek kişi sendin. “ diye başladı konuşmaya. “Seni kaybedeceğimi asla düşünmedim. Eminim savaşta galip gelip lanetini kıracaksın. Buraya gelirken asla seninle iyi anılar biriktirme düşüncesi içinde gelmemiştim. Dediğim gibi anlatmak istediğim şeyler vardı. “
Konuşması beni çıkarımımın yanlış olduğu konusundaki fikrimi yalanlayamamıştı. Bir savaş olacağına inanırdım, ama o derece büyük bir savaştan bahsetmişti ki bazen bunun sadece benim umudumu taze tutmak için söylenmiş bir beyaz yalan olduğunu düşünüyordum.
“Artık bana müsaade. “ deyip önümde eğildi. Sonra da başını yerden kaldırmadan yanımdan ayrıldı. Onun gidişiyle balkonda yalnız kaldım. Manzaraya dönüp bakmaya çalıştım ama bu manzara her zaman gördüğüm manzaraydı. Pek bir olağanüstülüğü yoktu.
Ancak eğer Helena’nın bahsettiği büyüklükte bir savaş çıkarsa bu manzarayı özleyeceğimi bildiğim için son kez bütün dikkatimle manzaraya baktım. Her ihtimale karşı sonrasında manzaraya doya doya bakmadığım için pişmanlık çekmek istemiyordum. Hava ne kadar aydınlanabilirse aydınlanmış, düklüğün üzerindeki biraz daha koyu mavi olan tül çekilip alınmıştı. Çoğu sabah uyuyamadığımdan hep sabahı bu şekilde karşıladığımdan dolayı şimdi bir de bu manzarayı tamamlayacak o sesi aradı kulaklarım. Fazla beklemedim, biraz sonra kargaların sesi duyuldu.
Üşüdüğümü hissettiğimden dolayı odama geçip yorganın altına girmeyi geçirdim aklımdan. Öylesine çok istedim ki sanki o anı yaşıyormuş gibi kısa süreli bir sıcaklık hissettim bedenimde. Ancak artık uykum tamamen dağılmış olduğu için yatağa geri dönmekle sadece vakit kaybedeceğimi düşündüm. Odama geçtim ve üzerimi değiştim.
Odadan çıkmadan önce aynanın karşısında kendimi inceledim. Bu da yeni alışkanlıklarımdandı. Sırf ona yakışıklı gözükebilmek için her gün aynanın önünde dakikalarca kendimi incelerim. Bir süre sonra bu işi garipseyip odadan çıkarım. Şimdi de aynen o şekilde gelişecekti her şey. Her zamanki yüzüme baktım. Bu sabah gözaltımdaki morluklar daha belirgindi. Tabii bütün suç benimdi. Topu topu 3 saatlik uyku çekmiştim, şimdi ne diye gözaltlarımı suçlamalıyım ki?
Bu gidişle lanet yüzünden ölmesem bile uykusuzluktan ölecekmişim gibi hissediyorum.
Aynanın karşısında dakikalar geçirmeyi yine garipsedim. Başımı umutsuzca iki yana sallayıp odadan çıktığımda bu aynanın kesinlikle buradan uzaklaştırılması gerektiğine kanaat getirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi denizin efsanesi ✅
Fantasy"Bir kadınla tanışacaksın. Tanrıçaları kıskandıracak güzellikte olacak, sana daha önce hiç tatmadığın bir sürü güzel duyguları tattıracak ve onun sayesinde ilk defa yaşadığını hissedeceksin. Belki, bir ihtimal, lanetini kırabilecek kadar güçlü bir a...