Son zamanlarda kafamın içindekilerle o kadar meşgulüm ki duş aldığım esnada başımdan aşağı dökülen suyun kaynar olduğunu daha yeni fark ediyorum. Tamamen kıpkırmızı yandıktan sonra!
Bu olay başıma birkaç yıl önce gelmiş olsaydı, daha ağabeylerim sağken yaşanmış olsaydı. Kesinlikle “Haşlanmış Maxi. “ gibi bir birinden ilginç takma adlar koyardılar bana. Suyun ısısıyla oynayıp azaltmış bile olsam artık çok geçti. Tenime değen ılık su bile acı vericiydi. Musluğu kapatıp duştan çıktım. Belime bir havlu dolayıp elimdeki diğer havluyla da kurulanarak yatağıma doğru ilerledim. Sonunda gün bitmişti.
Ömrümden bir gün daha eksilmişti ve yeni bir gün bugünün bütün izlerini silecekti. Elimdeki havluyu bir kenara fırlatıp kendimi sırtüstü yatağa attım.
Çok az kaldı.
Dayanılması zor bir şey ama gerçek bu. Belki biraz acımasızca gelebilir, yine de itiraf etmek gerekirse bir savaş çıkmasını istiyorum içten içe. Bir zafer kazanıp laneti ortadan kaldırmak hiçte fena bir ihtimal değil. Ancak sırf ben kurtulacağım diye binlerce insanın ölmesini istemek çok gaddarca.
Belki de içimde gaddar bir Maximilian vardır. Çünkü bu olay benim içten içe istediğim bir şey. Ancak ortalıkta savaş çıkacağına dair en küçük bir belirti bile yok.
Kolumu gözlerimin üzerine koyarak gözlerimi kapattım.
Her şey çok hızlı ilerliyormuş gibi hissediyorum ve de çok tuhaf. Her şey bir mektup sonucu sabahın köründe yola çıktığım o gün başlamıştı ve buralara kadar gelmişti. O zamanlar böyle olacağını bilseydim her şeyi değiştirmeye çalışır mıydım gibi bir şey düşünmeyeceğim. Belli ki yine aynı boku yiyecektim, ama bundan pişmanlık duymuyorum.
Kapı tıklatıldığında hızlıca doğruldum.
“Gir! “
Gecenin bir yarısı bu gelen de kimdi şimdi? O kadar dalmışım ki ayak sesi de duymamışım. Kapı açıldı.
“ Lordum, dük Sirius sizinle görüşmek istiyor. “ Önce beni selamlayıp ardından dükün beni çağırdığını söylediğinde sözlerinden sonra dikkat ettiğim ikinci şey onu tanımadığımdı.
“Yeni gelenlerden misin? “ diye sordum kaşlarımı çatarak. Adam yerden kaldırmadığı başını hafifçe sallayarak “Evet, lordum. “ dedi. “Kuzeyden geldim. “
Kuzeydeki düklükleri düşündüm. “Hangi dukalıktan geliyorsun? “ tek kaşımı kaldırıp cevabını bekledim.
“Canobus düklüğünden. “
Başımı hafifçe sallayıp elimle gitmesi için işaret yaptım.
“Düke ne cevap vereyim? “
Düke ne cevap vereceğini mi sormuştu? Benim ona bir cevap vermem gerekir mi? Genelde o hep çağırdığında hiçbir şey demeden giderim.
Ah, yeni gelen enteresan birine benziyor.
“Gelmeyeceğimi söyle. “
Başını tamam anlamında sallayıp kapıya döndü. Bir anda duraksayıp hemen geriye döndü.
“Gelmeyeceğinizi mi söyleyeyim? “ şaşkın bir ses tonunda sormuştu.
Güldüm.
“Madem bu cevaba bu kadar şaşıracaktın ne diye sordun? “ diye sorduğumda susmayı seçerek cevap vermedi ya da verememişti.
“Tamam. Git ve hazırlanıp geleceğimi söyle. “
“Emredersiniz! “
İşini bu kadar abartması gerçekten çok gülünç. Kapıyı kapatarak hızlıca odadan çıktı. İlk işi olamazdı çünkü deneyimsiz birini bir dükün hizmetine atamazlardı. Bu da onun kendi karakterinin böyle olduğu anlamına gelir.
Oflayarak gardıroba doğru ilerledim. Şuan uyumam gerekirdi. Ne diye çağırıyor şimdi bu adam?
Hayır yani kurt adam da değil, gecenin bu saatinde ne hakkında konuşabilir ki?
“Doğu krallığından misafirler gelmiş başkente. “ Sanki pencerenin ötesinde birisiyle konuşuyormuş gibi yüzü pencereye dönük bir şekilde konuşuyordu dük. Odasına girdiğimde onu ilk defa masa başında değil de, pencerenin önünde olduğunu görmüştüm. Bazen o, kendini bir oyunda sanıyor diye düşünüyorum.
Ellerini arkada kenetlemiş belini dik tuttuğu için göbeği daha da belirginleşmişti.
“Ben oraya gidemem, ama bu senin için harika bir fırsat olabilir. “ diye sürdürdü konuşmasını. Konuşmanın içeriğini dinlemiyordum bile doğru dürüst. Buraya gelmemin tek amacı vardı o da savaş hakkındaki gelişmeleri öğrenebilmek. Ama o savaşın olup olmayacağını tartışmak yerine muhtemelen yine alakasız bir konu hakkında konuşuyordu.
“Kendini göstermelisin. “
Bak işte bu söz onun konuşmasına odaklanmamı sağlamıştı.
“Neden bahsediyorsunuz? “ diye sorduğumda aniden bana döndü.
“Beni dinlemiyor musun sen? “
Başımı hayır anlamında iki yana salladım. “Başka bir şey düşünüyordum, üzgünüm. “
İç geçirerek sakince yeniden başladı konuşmaya.
“Doğu krallığından birkaç elçi gönderilmiş imparatorun sarayına ve bir ticaret yapmayı önermişler. Değerli taş ticareti. Bunu imparator bütün dukalıklara bildirdi ve ilgilenen her kesi başkente çağırıyor. Misafirlerle görüşüp bu ticaret hakkında detaylı bilgi alabilmek için senin gitmeni istiyor. Sirius düklüğünü sen temsil et. “
“Şaka mı yapıyorsunuz? “ Sesime yansıyan siniri çok zor zapt ediyordum. “Vizyon cadıları büyük bir savaştan bahsederken siz nasıl bu kadar açgözlü davranıp böyle bir işe kalkışırsınız? Savaşın nasıl ve hangi nedenlerden dolayı patlak vereceğini bilmiyoruz. Ya her şey şu doğu krallığı tarafından planlanmış savaşın bir parçasıysa? Adımınızı dikkatli atmalısınız. Benden zekisiniz ve bunu düşünemiyor musunuz? “
Hiç bir cevap vermedi ve sessizce sakinleşmemi bekledi. Ama onun istediğini ona vermeyecektim. Sakinleştiğim an bir şekilde mantıklı bir gerekçe bulup bahsettiğim bütün bu ihtimalleri göz ardı edecekti.
“Cebinizi doldurmaya çalışmayı bir kenara bırakıp savaşı engellemeye odaklanmazsanız ne dolduracak bir cebiniz kalacak, ne de o cepleri doldurabilecek şeyler. “
Dük göz devirdi. “Kendince haklı olabilirsin. “ Kendimce mi? Cidden eğer bu işe karşı önlemler almışlarsa bana da söylesin de en azından endişelerim yok olsun.
“Bunu düşünemeyecek kadar bilgisiz olduğumuzu sanmış olabilirsin. Ama her şeye hazırlıklıyız biz Maxi. Üstelik Sirius düklüğünün bu ticarete ihtiyacı olduğunu bilmelisin. Sırf kapıda savaş tehdidi var diye insanların açlık ve sefalet içinde yaşamasına göz mü yumalım? “
İşte yine yapmıştı yapacağını. Beni ikna etmeye yaklaşmıştı ve ben sanki kafamın içindeki bütün şüpheler bir anda kayboluvermişçesine susmuştum.
“Güzel.” Diyerek bana yaklaşıp omzuma hafifçe vurdu. Başımı kaldırıp dükün yüzündeki o zafer gülüşüne baktım. Başını hafifçe sallayarak “Öyleyse bu gece hazırlan ve yarın erkenden yola koyul. “ dedi. Benim itiraz etme hakkım yokmuş gibi, sadece dedi ve olacaktı işte. Hayır diyemeyen bir robot olduğumu falan düşünüyordu herhalde.
Sessizce odadan çıkıp kapıyı arkamdan kapattığımda bir süre sırtımı kapıya yaslayıp orada öylece durdum. Bazen Helena’nın savaş hakkında söylediklerinin beni dünyaya bağlamak için uydurdukları bir yalan olduğunu düşünüyorum. Çünkü şimdiye kadar savaş çıkacağına dair kuşku yaratacak herhangi bir olay yaşanmadı.
Üstelik böyle düşününce mantıklı geliyor. Bir savaş olacağını ve savaşın sonunda lanetimin kırılacağını düşündüğümde bir umudum olmuş oluyor. Belki de o umudun mucizevi etkisine güvenmişler ve böyle bir saçmalığa kalkışmışlardır. Kim bilir...
Yine de başkente gitmeyecektim. Bu defa olmaz! Kapıyı sertçe açıp içeriye girdim.
“Üzgünüm, ben savaşa hazırlanmalıyım. Bu yüzden başkente kendiniz gidip, düklüğümüzü bizzat temsil etmeniz en uygun olanı. “
Onun bir cevap vermesine olanak sunmadan hızla odadan çıkıp kendi yatak odama doğru ilerledim. Zaten gün boyunca yeterince şey yaşamıştım, üstüne üstlük Betelgeuse yolunda başımıza gelenlerden sonra Rosé’un güvende olmadığına dair endişelerim varken onu burada yalnız bırakıp başkente gidemezdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi denizin efsanesi ✅
Fantasy"Bir kadınla tanışacaksın. Tanrıçaları kıskandıracak güzellikte olacak, sana daha önce hiç tatmadığın bir sürü güzel duyguları tattıracak ve onun sayesinde ilk defa yaşadığını hissedeceksin. Belki, bir ihtimal, lanetini kırabilecek kadar güçlü bir a...