“Ona hâlâ görgü kurallarını öğretememişsin. “ Diye homurdandı gördüğü sahneyi görmezden gelerek. Rosé hâlâ sırtımda duruyordu ve benden kaptığı kitabı inceliyordu. Her ne kadar başımı ona taraf çevirip fısıltıyla inmesi gerektiğini söylesem de beni duymuyor gibiydi.
“Hâlâ insanlarla nasıl davranması gerektiğini bilmiyor. “ dedim bir açıklama yapma mecburiyeti hissederek.
“İnsanlarla nasıl davranması gerektiğini bilmemesi insanları sandalye olarak kullanabileceği anlamına da gelmez. “ diye mırıldandı dişlerinin arasında.
“Buraya ne için gelmiştiniz? “ diye sorarak konuyu başka tarafa çevirmeye çalıştım.
“İkiniz böyleyken ben seninle konuşmak üzere olduğum meseleyi konuşamam. “
O an sanırım kitapta gördüğü herhangi bir hareketi denemek için sırtımdan indi Rosé. Ellerimi belimin her iki tarafına koyarak duruşumu dikleştirmeye ve sırtımı kütletmeye çalıştım. Dük gözlerinde hiç kimseden haz etmediğini belirten o ifadeyle Rosé’a baktı.
“Sen şimdilik dışarıda bekle Lucia. “
Rosé başını sallayarak odadan çıktığında kapıyı da arkasından kapattı.
“Onun eğitimi ne durumda? “ diye sordu her zamanki otoriter ses tonuyla.
“Hızlı gelişiyor. Tuhaf bir ilgiyle takip ediyor görgü kurallarını. “ Son söylediklerimi sinirlenmeden söylemeye çalışmıştım. Bu durumda dükün benim hislerimi anlamaması için dua etmekten başka bir yol düşünemiyorum.
“Hâlâ konuşamıyor mu? “
Bu sorusu üzerine geçenlerde bana söylemiş olduğu bir sözü hatırladım. “Belki de... “ demişti. “Dilimizi bilmediği için konuşmuyordur. Zamanla alışacaktır konuşmalarımıza ve dilimizi öğreneceği için konuşmaya başlayacaktır. “
O söylediklerini anımsayarak cevapladım sorusunu.
“Hâlâ konuşmuyor. Bu durumda ilk baştaki çıkarımınız yanlış çıktı. Dilimizi bilmemesiyle alakası yok. “
Bir şeyler düşünüyormuş gibi homurdanarak ellerini arkada kenetledi.
“İhtimal vermem ama olur da birlikte zaman geçirmeniz o yaratıkta bazı hisler ortaya çıkarır diye ona bize mesafeli davran. Bütün amacımız altüst olur yoksa. “
“Onların duyguları yok diyen siz değil miydiniz? “ diye sordum alayla. Onun bu tarz endişeleri olması beni heyecanlandırmıştı. Benim bu alaycı ifadem onu rahatsız etmişti ve kaşlarını çatarak gözlerini bana dikti.
“O tarz yaratıklar kendilerinden üstün olan insanları taklit etmeye bayılırlar. Hisleri yoktur, ancak bu onların sahte hisler yaratmayacakları anlamına gelmez. “ Daha fazla duramamış ve odayı terk etmişti. Kapıyı açtığında kapının aralık olduğunu fark etmiştim ve dük odadan çıkarken Rosé da kapının önünde dikilmişti. Her şeyi duymuştu demek.
Bütün hepsi bildiği gerçeklerdi gerçi, savaş ve lanet meselesini duymamış olması beni rahatlamıştı. Ne yapacağını bilemez halde ağır ağır içeriye girdi. Gözlerini odada gezdirdi ve sonra da elindeki kitapla yüzünü gizleyerek sandalyeye doğru ilerledi. Ona yaklaşıp kitabı elinden çekip aldığımda turkuaz rengi gözlerini kocaman açmış şaşkınlıkla yüzüme baktı.
“Bu kitabın saçmalık olduğunu söylemiştim sana. “ dedim gülerek. “Bütün zamanını böyle boş işlere harcama.” Kitabı rafa koymak için ilerlediğimde kısa süreliğine duraksayıp onun hareketlerini inceledim ama o öylece duruyor, kitabı almak için harekete geçmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi denizin efsanesi ✅
Fantasy"Bir kadınla tanışacaksın. Tanrıçaları kıskandıracak güzellikte olacak, sana daha önce hiç tatmadığın bir sürü güzel duyguları tattıracak ve onun sayesinde ilk defa yaşadığını hissedeceksin. Belki, bir ihtimal, lanetini kırabilecek kadar güçlü bir a...