1.4❄

119 99 8
                                    

“Buraya ne söylemek için gelmiştin? “ diye sorarak konuyu başka tarafa çekmeye çalıştım.

“Hayır, yapma bunu! “ Oyunuma kanmadı.

“Eğer o kızın bir iblis olduğunu söylemişsem bu ondan uzak durman gerektiği anlamına gelir. “

Göz devirdim. “Anlıyorum.” Dedim ama susması için öylesine demiştim. Onun bir iblis olma gibi bir ihtimal yoktu.

“Belki de bir iblis değil de tanrıçadır. Yanlış yorumlamış olamaz mısın? “diye sordum bir umut. Başını iki yana salladı.

“Hatırlamıyorum, ama söylediklerimin gerçekliğinden eminim. Biliyorsun Maximilian, ben yıllardır tek bir vizyonu bile yanlış yorumlamamış biriyim.” Sanki hakarete uğramış gibi bir anda elbisesinin kenarlarını sıkarak saklamaya çalıştığı bir sinirle baktı bana. “Bana nasıl böyle bir şey söylersin? “

Haklıydı, fazla ileri gitmiştim. Ayağa kalkarak ona doğru ilerledim. Bir vizyon cadısına böyle bir şey söylemek için gerçekten geri zekalı olmam gerek. Kalbinin ne kadar kırıldığını tahmin edebiliyorum.

“Özür dilerim. “ dedim onun karşısına geçerek. Dolan gözlerini tavana dikerek konuştu. “O kızın bir iblis olmadığını bana hakaret etmek pahasına da olsa kanıtlamak istiyorsun sanırım. “

Başımı hayır anlamında iki yana salladım. “Hayır, sadece şimdiye kadar hiçbir iblis sınırı geçmemiştir, üstelik o kızın iblise benzer bir yanı da yok. Tanısan, nasıl da zarif ve tatlı bir bilsen. Emin ol sen de benim gibi düşünürdün”

“Hâlâ onu savunuyorsun. “ gözlerime bakarak konuştuğunda sakin çıkmıştı ses tonu.

“Hayır, yani sanırım biraz savunuyor olabilirim. “ dedim cümlemin sonlarına doğru tartışmaktan kaçınmaya çalışarak.

“Anlıyorum.” Dedi yere bakarak.

“Buraya ne için gelmiştin? “ Diye sorduğumda bu defa gerçekten konuyu başka tarafa çekmem gerektiğini biliyordum.

“Hiç.” Dedi. Sonra bakışlarını yerden kaldırıp yüzüme baktı ve bir şeyler söylemek için ağzını araladı ama her ne olduysa sonra kapattı. Kaşlarımı kaldırarak konuşmasını devam ettirmesi için cesaretlendirmeye çalıştım onu. Buna ihtimal vermem ama belki de söyleyemediği bir vizyon görmüştür. Her ne kadar gördüklerini söylemekten çekinmeyen, soğukkanlı biri olsa da belki de bu defa gördüğü öyle tak diye söylenecek bir şey değildir.

“Sadece seni görmek için gelmiştim. “

Ne söylediğini tam olarak anlayana kadar başını aşağı yukarı sallamıştım ama aniden böyle bir şey duyduğumda ağzımdan tutamadığım bir “Ha? “ seni çıktı. Sonra dışa doğru sesli bir şekilde nefes vererek başını iki yana salladı.

“Neyse, boş ver. Sen alışmışsın galiba her geldiğimde felaket tellallığı yapmama. “

Kendimi toparlamam biraz uzun sürdü ama sonunda toparlanıp ona bir cevap verme ihtiyacı duydum. “Hayır, sen benim buradaki tek arkadaşım olduğun için başıma gelecekleri senden duymak felaket haberi duymak gibi değil de, başıma gelecek olaylara hazırlık yapabilmem için söylenmiş bir haber olarak düşünüyorum. Yani bana getirdiğin bütün haberler benim için iyidir. “

Somurttu. Yanağının iç kısmını kemirerek bakışlarını çalışma masasının üzerinde dolaştırdı.

“Görüşürüz o zaman. “ diyerek bana sarıldığında tam olarak nasıl karşılık vereceğimi bilemediğim için ellerim havada kaldı. İlk defa bana sarılıyordu ama bu tuhaftı. Arkadaşça olan sarılmalar böyledir herhalde.

“Görüşürüz. “ kekelemiştim. Ne diye kekelemiştim şimdi? Onun sarılmasına arkadaşça karşılık vererek Rosé’a ihanet etmiş olmuyorum. Yine de neden bana karşı böyle tuhaf davranıyor? Eskiden mesafeliydi. Şimdiyse aşırı sıcak ve sevecen davranarak bana ağabeylerimi hatırlatıyor.

Benden ayrılıp yavaş yavaş odadan çıktığında da sıcak bir gülümseme vardı yüzünde. Ah neyse, onun arkadaşça tavırlarını farklı yöne çekmek doğru bir hareket değil. Umarım o da benim gibi ömrünün son günlerinde değildir, aksi taktirde bu sıcak tavrını açıklayacak bir şey bulamıyorum.


“Hareketlerini kontrol et Maxi! “

Cidden mi? Neden dükle kılıç kullanma alıştırması yapıyorum şuan?

“Haydi! Uyuma. “

Uyumuyorum ben. İki saattir bir düşman gibi üzerime geldiği için onun saldırılarından kurtulmaya çalışıyorum elimden geldiğince. Ama daha ilk 15 dakikasında nefes nefese kalmıştım. Şimdiyse ciğerlerim yanıyor, nefes almam zorlaşıyor ve başım döndüğü için de içimdeki kusma hissi beni rahat bırakmıyor.

Siktir!

Zor atlattım. Onun bu yaptığını insanın düşmanı yapmaz insana. Elindeki teknolojik kılıçla bir anda ortadan kaybolup anında arkamda belirdi, eğer son anda fark etmemiş olsaydım bir yanım yanıp yok olacaktı herhalde. Koca odadaki sütunlardan birinin arkasına saklanıyorum şimdilik. Ama beni bulması an meselesiyken daha fazla saklanamam, bir yandan da plansız öylece onun karşısına çıkamam. Köşeye sıkıştım. Lanet olsun, bu adam yorulmak nedir bilmez mi hiç?

Derin bir nefes aldım. Kan ter içinde kalmışım. Gözlerimi kapatarak sakinleşmeye ve zihnimi rahatlatmaya çalıştım. Ayak seslerine odaklandım. Ayak sesi duymadığımda hiç şaşırmadım, tam da dük Siriustan beklendiği gibi. Adam ayak seslerini iyi saklamıştı. Elimdeki kılıcı daha iyi kavradım. Eğer tahminin doğruysa şimdiye kadar saklandığım yeri bulmuştur derken, bana en yakın yerde duran perdenin çok az da olsa kıpırdadığını fark ettim. Beni buldu!

Hemen yere çöktüm ve tam da tahmin edip kurtulduğum gibi anında sütuna doğru bir saldırı yapmıştı ve saldırının şiddetine dayanamayan sütun ortadan ikiye ayrıldı. Kendimi toparlayıp anında ona doğru saldırıya geçtim. Sütundan bana doğru dönerken kısa süreliğine bir zayıflığı olacak ve eğer o an saldırabilirsem...

Kılıcımı oda doğru uzatmış tam yaralayabilecekken saldırımdan kurtulabilmişti. Ama bu kadar da olmaz! Üstelik saldırımdan sıvıştığı yetmiyormuş gibi bir de son anda geriye dönüp kılıcını tam boğazıma dayamayı başarmıştı. Nefes nefese gözümle bir kılıca bir düke bakıyordum. Boynumdan göğsüme doğru akan tuhaf bir sıvının varlığını hissettim ve hemen ardından ince bir sızı.

“Şimdilik burada bitirelim. “ dedi bana karşı bir kez daha zafer kazanmış olmanın sevinciyle bakarken. Kılıcı kendine çekerek birkaç havalı hareketle çekip gitti. Odadan çıktığı an daha fazla dayanamayıp kendimi yere bıraktım. Şaşkın ve yorgun olduğum için gözlerim bir noktaya kenetlenmişti ama hiçbir görüntüyü kaydetmiyordu. Derin nefesler alarak bir kez daha yenilişimi düşündüm. Sinirden kahkaha atmak geliyordu içimden ama hareketsizdim. Sessizce ortadan ikiye ayrılmış olan sütuna sırtımı dayamış bir şekilde gözümü diktiğim o tek noktanın yavaş yavaş kararmasıyla nefes alış verişlerim de bir hizaya giriyordu.

Daha dükü bile yenemiyorken olası bir savaşta sevdiklerimi nasıl koruyacağım?

“Maxi, hadi uyan! “

Bu tatlı ve yabancı sesin sahibini merak ediyorum.

“Maxi, hadi! “ diyerek kolumdan dürtmesine rağmen gözlerimi açamıyorum. “Acele et. “ diyor bu sefer üzgün olduğunu ses tonuna yansıtarak. Ne kadar istesem de gözlerimi açamıyorum, sanki bir birine yapışmış gibi, ya da sanki böyle olması gerekiyormuş gibi.

Yine de çabalayıp gözlerimi açtığımda odanın karanlığından dolayı bir süre nerede olduğumu algılayamadım. Sağ elimle gözümü ovuşturduğumda az önce duyduklarımın rüya mı, gerçek mi olduğunu düşünmek için zorladım kendimi. Görünen o ki, antrenmandan hemen sonra uyuyakalmışım ve bu da o duyduklarımın rüya olduğunu kanıtlıyor.

Biraz sonra yavaş yavaş kendime geldiğimde kalkmak için kendimi zorladım. Ama olmuyordu, uzun zamandır antrenman yapmadığımdan dolayı bir anda bu kadar uzun çalışmak kaslarımda ağrıya sebep oluyordu ve dolayısıyla hareket edemiyordum. Derin bir iç çekerek ellerimi önümde birleştirerek başımı sütuna yasladım. Gözlerimi pencereden gözüken gökyüzüne diktim.

“Güçsüzüm.” Diye mırıldandım. Bunu kendime itiraf etmem gerekiyor, başka türlü bir ilerleme kaydedemeyeceğim.

Kapının açılmasıyla çıkan gıcırtı sesi bütün odada yankılandığında içeriye birinin girdiğini fark ettim, ancak ayak sesinden kim olduğunu anlayamadığım için gelenin Rosé olduğunu anladım. Gelene doğru çevirmedim başımı. Biraz sonra gölgesi belirdi önümde, hemen ardından da kendi görüntüsü. Elinde not defteri ve kalemle gelmişti, anlaşılan bu sefer unutmamıştı.

“Hoş geldin. “ dedim gülümseyerek onun karanlıkta bile parlayan turkuaz rengi gözlerine bakarak. Gülümseyerek karşılık verdi bana. Sonra elindeki not defterini tutuşturdu elime.

“Okumamı mı istiyorsun? “ diye sorduğumda başıyla onayladı. Başımı sallayarak isteğini kabul ettiğimi belirttim. Defterin sayfalarını çevirdiğimde ilk sayfalarda aynı sözlerin tekrar tekrar yazılışı vardı. Anlaşılan tavsiyemi dinlemişti ve ilk harfleri öğrenip ondan sonra yazısını güzelleştirmeye çalışıyordu.

Diğer sayfaları çevirdiğimde göz ucuyla ona baktığımda heyecanla bana baktığını görebiliyordum. İleride bana söylemek istediği bir şey yazmıştı demek. Bir anda bir umut doğdu içim. İhtimal vermem ama ya bana ilan-ı aşk etmişse?

Hızlıca çevirerek sayfaları tek tek gözden geçirdim. İlk başlarda gerçekten de fazla takmış bu güzel el yazısı işine. Sonunda, uzun uzun bir şeyler yazılmış olan defterin orta kısmına vardığımda heyecanımı gizlemeye çalışarak okumaya başladım. Ama hiçte öyle aşk sözcükleri yazılmış gibi değildi. Omuz silktim. Belki de sonlara doğru yazmıştır öyle romantik sözleri.

Yazdıklarını okumaya çalıştığımda bir anda defter tutuşmaya başladı. Hassiktir ulan!

Mavi denizin efsanesi ✅Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin