2.3❄

103 88 0
                                    

Simsiyah iri gözleri heyecanla titriyordu. Benzerliği bana birini anımsatıyordu derken düşes öne atılarak onun elimden tuttu.

“Hoş geldiniz prenses Alice. “ Düşesin heyecanından da anlaşıldığı üzere o gerçekten de prenses olmalıydı.

Çevrede bulunan herkesin onun önünde eğildiğini gördüğümde terbiyesizlik etmemek için ben de eğildim.

“Sizi burada gördüğüme çok sevindim. “ diyerek elini uzattı. Hafifçe doğrulup göz ucuyla Rosé’a baktığımda onun ne yapacağını bilemez halde yarı eğik bir şekilde insanlara baktığını fark ettim.

Öpmem için uzattığı eli öptüm. Kraliyet ailesinden herkesin elini öptürmek gibi tuhaf huyları vardır zaten.

Artık tamamen doğrulup yüzüne baktığımda gülümsedi ve eliyle gülümsemesini gizledi.

“Sizi şaşırtmış olmalıyım. “

Bu sözleri karşısında ne cevap vereceğimi bilemedim. Sadece aklıma gelen ilk sözleri düşünmeden söyledim.

“Sizi ilk defa görüyorum, sadece imparatorla olan benzerliğiniz beni şaşırttı. “

Tabii ki benzeyecek! İmparator onun ağabeyi! İçimden kendime hakaretler yağdırırken bunu dışa yansıtmamaya çalıştım. Her söylediğime de aynı tepkiyi veriyordu. Gülüyor, gülümsemesini de eliyle gizliyordu.

“Yıllardır sizinle karşılaşabilmek için her baloya geliyorum. İlk başlarda sizin gelip benimle tanışmanızı bekliyordum, bir süre sonra da ortadan kayboldunuz ve bir daha hiçbir baloda sizi göremedim. “

Bana biraz daha yaklaşıp fısıltıyla devam etti konuşmaya. “İnanın sizsiz çok sıkıcı oluyor bu balolar. “

Şimdi donup kalmamım sebebi onun bana bu kadar yakın olması değildi, Rosé’un ürkütücü bakışlarını fark etmemdi.

Prenses geriye doğru çekilip güldü. Sahte bir gülüştü, tıpkı dükün bahsettiği gibi. Onun yanındayken yüzümde olmasını istediği gülüş gibi.

“Buraya bir misafirinizle geldiğinizi duydum. “ Bakışlarını yerde gezdirerek eliyle saçını kulağının arkasına itti. Hâlâ Rosé’un bakışlarının üzerimde olduğunu hissettiğimde “Bir dakika. “ diyerek Rosé’a doğru ilerlediğimde düşes tarafından durduruldum.

“Sana cilve yapıyor. “ diye fısıldadı etrafa gülümseyerek. “Aranızı iyi tutmaya çalışıyor. Biraz çaba göster. “

“Ne cilvesi? “ diye sorduğumda canımı acıtmayacak bir şekilde kolumu sıktı. “Seninle konuşurken gülüyor, saçıyla oynuyor. Anla işte. “

Anlamamış gibi yüzüne baktığımda beni iterek tekrar prensesin yanına götürdü.

“Görünüşünün aksine fazlasıyla utangaçtır bizim Maximiz. “

Beni ona yalan yanlış tanıtmıştı. Üstelik düşesin bu söyledikleriyle ikisi de gülmüştü.

“Ben sizi yalnız bırakayım. “ diyerek tekrar yanımızdan ayrıldı düşes. Onunla ne konuşabilirim ki ben?

“Sirius düklüğünün çok güzel bir yer olduğunu duymuştum. Bir ara beni gezdirir misiniz? “ Hiç değilse sessizliğe gömülmeden bir sohbet başlatmıştı.

“Hayır.”

Bir öküz gibi davrandığımın farkındayım. Ama gerçekten onu gezdirebilmeme imkan yoktu.

“Lanetimden haberiniz vardır mutlaka. “ dedim kendimi toparlayıp konuşmamı sürdürerek. “Şunun şurasında sadece birkaç ayım kaldı ve o zamanımı da böyle boşa harcayamam. “

Gözlerinde bir parıltı belirdi. Dudakları titredi ve eliyle elimi tuttu.

“Ben size aşkın mucizesini tattıracağım. “ dedi teselli etmek istercesine.

“Bunu bana çoktan bir başkası tattırdı. “ dedim elimi onun elinden çekerek. Başımı Rosé’a çevirdiğimde kime baktığımı anlamak için o da geriye döndü. Sonra aniden bana dönüp kaşlarını çattı.

“Siz ne derseniz deyin, lanetinizi bozabilecek tek kişi benim ağabeyim. Benimle evlenip hem ağabeyimin varisi olacaksınız hem de ömrünüzü uzatmış olacaksınız. Sanırım böyle bir şeye hiçbir erkek hayır demez? “

Tek kaşını kaldırarak cevabımı bekledi.

“Hayır.”

Başımı hafifçe eğerek yanından ayrıldım. Rosé’u gözden kaybetmiştim ve en son onu gördüğüm yerde de bir kalabalık toplanmıştı. Hızlı adımlarla kalabalığı yararak ilerlediğimde yüzlerini pek göremediğim iki kişinin Rosé’la alay ettiklerini fark ettim. Onu zorla konuşturmaya çalışıyorlardı belli ki ve o da konuşmayınca işler bu boyuta gelmişti.

“Neler oluyor burada? “ diye sordum yüksek sesle. Rosé’u konuşmaya zorlayan iki kişi arkasını döndüğünde tanıdığım bu ikisine karşı öfkeyle baktım.

Biri leydi Polluxtu, diğeri de lord Antares. Tanrım, bu ikisi hâlâ gittikleri her yerde böyle olay mı çıkarıyorlar?

“Onu rahat bırakın. “

Sakin kalmaya çalıştım. Çünkü onlara bulaşırsam eğer suçsuzken suçlu durumuna düşecektim. Onlar profesyonel olay çıkarıcılar oldukları için her işin içinden kolayca sıyrılıyorlardı. Ancak bu sefer yanlış yapılan kişi Rosé’du. Tanrı aşkına, o ne yapmış olabilirdi ki?

“Sadece eğleniyorduk. “ Leydi Pollux hep küçük bir kız çocuğu gibi davranırdı zaten. Bu sözleri söylerken dudak büzmesi yaptığı şeyi yumuşatmazdı.

“Yoksa tanıyor musun onu? “ Bunca kalabalığın bakışları bana döndüğünde “Tanıyorum. Buraya benimle geldi. “ dedim.

Lord Antares’in arkama bakıp kaşlarını kaldırmasının ardından arkamda birini hissetmemle başımı çevirdiğim an gelen kişinin prenses olduğunu gördüm.

“Yoksa sevgilin mi? “ Lord Antares her ne kadar şakacı bir şekilde sormuş olsa da sorusunun altındaki o iğneleyici tavrı açıkça gözüküyordu.

“O kız benim nişanlımın misafiri. “ Prenses elimi tutarak aynen bu sözlerle ileri atıldı. Buna hiç gerek yoktu!

Elimi prensesten çekip onu küçük düşürmek istemiyordum, ancak Rosé bu kadar incinmişken ve ağlamaklıyken onu öylece savunmasız bırakamazdım. Başka bir travma daha yaşamasını istemiyordum. Elimi prensesin elinden ayırarak Rosé’un yanına gittim.

“İyi misin? “ diye sordum Rosé’a yaklaşıp ellerinden tutarak. Dolan gözlerini benden kaçırarak başını evet anlamında salladı. Sinirimi kontrol edemeden kalabalığa döndüm.

“Siz savunmasız birine zorbalık edecek kadar mı alçaldınız? “

Kaşlarımı çattım. “Şu çocukça hareketleriniz zamanla değişmiştir diye ummuştum. Ancak görünen o ki, bu kendinizi bilmez tavrınız yaşınızla ters orantılıymış. Zamanla artmak yerine azalmış. “

Rosé’a döndüm “Gidelim.” Diyerek elinden çekiştirdim. Hareket etmedi.

“Gitmek istemiyor musun? “ diye sordum başımla birlikte bedenimi de ona çevirerek. Başını hayır anlamında iki yana salladığında yüzünde şaşkın bir ifadeyle yanıma yaklaştı Lord Antares.

“O gerçekten konuşamıyor mu? “ diye sorduğunda soruyu sorarken ki ses tonunu inceledim. Dalga geçip geçmeyeceğini öngörmeye çalışıyordum.

“Konuşulanları anlıyor, ama konuşamıyor. “

Bu durumla dalga geçmeyeceğini anlamasaydım cevap bile vermeyecektim, ancak gerçeği bildiğinde yaptıklarından dolayı pişmanlık hissettiği yüzüne yansıdı.

“Tamam, şakayı bir kenara bırakalım. O senin neyin? “ Lord Antares ’in sorusuna bütün bu kalabalığın, daha önemlisi Rosé’un önünde ne cevap vereceğimi bilemiyordum.

“Size onu tanıtayım. “ diye öne atıldı düşes Betelgeuse. Onu benim sevgilim olarak tanıtmayacağını tahmin edebiliyordum, merak ettiğim şey onu benim neyim diye tanıtacağıydı.

“O lord Sirius’un kuzeni. “

Cidden mi? Sevgilim diye bahsettiğim kızı kuzenim diye mi yutturacaktı millete?

“Ah, ben de neler düşünmüşüm. “ kaşlarını tatlı bir şekilde çatmaya çalışarak yanıma geldi prenses. “Onun kuzeniniz olduğunu söyleseydiniz ya! “ eliyle hafifçe omzuma vurdu. Bu saatten sonra düşesin sözünü yalana çıkarmamak için durumu toparlayıp dikkat çekmemeye çalışmaktan başka bir yol yok gibi gözüküyordu. Hem onun sözünü yalanlayıp hangi gerçeği söyleyecektim ki?

Bir dakika, benim bu insanlara bir şey açıklama mecburiyetim yokken cevap verebilmek için ne diye bu kadar stres yaptım ki?

“Özür dilerim. “ alçak bir ses tonuyla Rosé’dan özür dilemişti leydi Pollux. Sanırım gerçeği öğrendiğinde en çok üzülen oydu. Çünkü onun ailesi de buna benzer bir lanetle yaşıyorlardı. Eliyle başımı kendine doğru çekti prenses.

“Beni dinle. “ dediğinde dikkatle ağzından çıkacak kelimeleri bekledim.

“Sadece çok mutluymuşuz gibi davran o kadar.”

“Ha? “ diye bir ses çıktı ağzımdan. Mimiklerime odaklanarak ciddileşmeye çalıştım. “Buradaki herkes bizim bir birimiz tanımadığımızı biliyor. Daha doğru dürüst tanışmamışken nasıl mutluymuşuz gibi davranabilirsin? Bu çok sahte gözükür. “

“Ses tonuna dikkat et! “ Yüzündeki gülümsemeyi koruyarak dişlerinin arasından sertçe bir uyarıda bulunmuştu. İlk baştaki nazik görünme çabasını artık bir kenara bırakıp gerçek kendisini gösteriyordu sonunda.

“Bak ne yapalım biliyor musun? “ Sorumu sormamla pes ettiğimi düşünüp istekle kaşlarını havalandırdı.

“3 ay boyunca bir birimizden uzak durma oyunu oynayalım. Oyunun sonunda kaybeden kazananın istediğini yapar. “

Az önceki istekli ifade tamamen silinmişti yüzünden.

“Benimle dalga geçiyorsun. “ kollarını karnının üzerinde birleştirerek gözlerini bana dikti. “O zamana kadar sen çoktan... “ bu cümleye başlamaktan suçluluk duymuş gibi sözlerini yarıda kesti.

“O zamana kadar çoktan ölmüş olacağım. “ diyerek onu sözünü tamamladığımda söylediklerinden dolayı özür dilemek için dikkat çekmemeye çalışarak benden özür dilemek istedi. Başımı yapmaması için iki yana sallayıp Rosé’un yanına gittim.

Böylece bütün gece boyunca benden uzak durmuştu prenses. Bu lanet yüzünden başkalarının bana acıyor olduğu düşüncesi fazlasıyla gurur kırıcı. Bu ortamdaki çoğu genç soylular bir düklüğün varisidir ve her birinin de laneti vardır. Dolayısıyla kimse kimseye acımaz. Ama prenses farklı, o bu ortamdaki sayılı şanslılardan biri.

Lanetin sonucu ölecek olmam bir gerçek. Bu gerçeği şaka yollu ona söylemişken o aynı şekilde karşılık vermeye çekinmişti. Bana acımıştı!

Kurtulmak için çabalamayan birisine acımıştı!

Doğrusu ondan bu şekilde uzaklaşmış olmak işime yarıyordu. Böylece bütün gece peşimde dolanan bir prenses olmadığı için ortamda konuşulan diğer haberlere kulak kabartabiliyordum.

Örneğin, çöl imparatorluğunun yapay güneş icat ettikleri bilgisi üzerine tuhaf  espriler döndü durdu.

Neymiş efendim, adamlar zaten gerçek güneş yüzünden yeterince zorluk çekiyorlarmış, bir de yetmezmiş gibi yapayını mı icat etmişler!

Kafalarının bu şekilde çalışmadığına, hepsinin çok zeki gençler olduklarını biliyorum. Sırıttırmayan, tuhaf espriler yaparak ortamdakileri güldürmeye çalışıyorlardı ancak sonuç tam bir felaketti. Eve geri döndüğümüzdeyse saat gecenin bilmem kaçıydı ve ben, günün yorgunluğundan, gözlerimin önünde alev alan o insanların bende yarattığı etkiden kurtulabilmek için duşa girdim.

Mavi denizin efsanesi ✅Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin