4.2❄

77 80 0
                                    

Ay ışığının ve parlak kelebeklerin aydınlattığı bahçede tanrı kral kızıl prensesle sohbet ediyordu sessizce. Ellerini arkada kenetlemiş sinirle bakıyordu kızının yüzüne. Yüzünde mahcup bir ifadeyle beyaz ince parmaklı ellerini ovuşturarak babasının nihai kararını bekliyordu kızıl prenses.

“Bir iblisten hamile kalmak mı?! Bunu sana yakıştıramadım Ariel. “ Diye fısıldadı tanrı kral sesinin duyulmamasına özen göstererek. Çünkü ses tonu bir ton daha yükselse konuşulanlar bazı tanrı ve tanrıçalar tarafından duyulurdu ve bu da hiç istenmeyen bir şeydi. Zaten tanrıça Ariel bir melez olduğu için yeterince sevilmezken bir de yarı iblis bir meleze hamile olduğu ortaya çıksa tanrılar alemi büyük bir karmaşaya sürüklenir.

Tanrı kral esti, gürledi, hakaretler etti kızına. Sonunda sinirini alamayıp onu hiç kimseyle görüşemeyeceği bir kuleye kapatma kararı aldı. Doğacak çocuğuysa hemen yok edecekti. Ancak tanrı kralın hizmetçisi ve aynı zamanda Ariel’in dadısı olan Dominik “Siz bu kadar insafsız değilsiniz efendim. “ diyerek öne atılmıştı. “Masum bir cana kıymak size yakışmaz. “ diye eklemişti sonradan. Tanrı kralı iyi tanıyordu. Onun zayıflıklarını biliyor ve zekice kullanıyordu. Ariel’in dadısı olduğundan dolayı Ariel’e karşı tuhaf bir merhamet besliyordu ve bu yüzden zaten yeterince üzüldüğü bu alemde onu daha büyük bir darbeden kurtarmak için canını yok sayarak karşı çıkmıştı tanrı krala.

Aldığı bu riskin sonucu da iyi olmuştu.

“Öyleyse ne öneriyorsun? “ diye sormuştu Dominik’e. Aklında pek bir fikir yoktu, ancak biliyordu ki kral eğer isterse bir çözüm yolu bulabilirdi. Bildiği bu inkar edilemez gerçeği krala söyleyip gerisini onun halledebilmesi için adeta diz çöküp yalvarmıştı.

Sonrasında olanlar aynen anlatacağım şekilde gerçekleşmişti. Hiçbir ayrıntısı atlatılmadan her detayı en ince ayrıntısıyla anlatmak gerekirse, tanrı kral Ariel’i cezalandırmak için kuleye hapsetmişti, ancak ne için cezalandırıldığı hiç kimse tarafından merak konusu olmadığı için fazla irdelenmemişti. Ne de olsa o bir melezdi, her ne kadar bir kısmının ne olduğu bilinse de, damarlarında akan kanın diğer kısmının hangi aleme ait olduğu meçhuldü. Aylar geçtiğinde ve çocuk dünyaya geldiğinde hemen Dominik tarafından Ariel’den alınmıştı. Zaten doğum gerçekleştikten saniyeler sonra Ariel hayata gözlerini yummuştu. Kral’ın buyruğunu uyguluyordu Dominik. Sevinçliydi, masum bir cana kıyılmadan onu başka bir yere götürebildiği için sevinçliydi.

Çocuk doğar doğmaz Dominik çocuğu kucağına alıp tanrı kralın yanına gelmişti. Yine de kralın kuşkulu davranışı ürkütmüştü Dominik’i. O yüzden kralın içini rahatlatabilmek için şöyle bir açıklamada bulundu.

“Çocuğu öyle bir yere götüreceğim ki bir daha asla karşılaşmayacaksınız. Ama eminim ilerde ona ihtiyacınız olacak. O yüzden eğer o zamana kadar yaşarsam ve çocuğa gerçekten ihtiyacınız olursa size onun yerini söyleyeceğim ve bu bilgiyi istediğiniz gibi kullanmak size kalacak. “

Kral fikrini değiştirmeden hemen oradan ayrılmıştı Dominik, yine de içinde uzun zamandan beridir varlığını sürdüren anlamlandıramadığı bir duygu vardı. Çocuğun babasının onun varlığından haberdar olması gerektiğini, daha da önemlisi Ariel’in neden onunla görüşemediğini sevgilisi olan o iblis bilmeli diye sesleniyordu ona içindeki ses. Yine de buraya kadar hiçbir sıkıntı olmadan gelebilmişti, çocuğu ölümden kurtarabilmişti ve şimdi de ne diye böyle tehlikeli bir işe kalkışsın ki?

Kararsızdı. Kendini o iblisin yerine koyup istemsizce empati yapıyordu. Bir anda sevgilisi onu terk etmişti ve o her ne kadar sevgilisiyle görüşüp bu olaya bir açıklık getirmeye çalışmak istese de bazı sınırlar yüzünden bunu yapamazdı. Bir de üstüne son zamanlarda duyduğu bir takım söylentiler onun içinde merhamet duygusunu daha çok harekete geçirmek için yayılmıştı sanki. Söylentiye göre iblis gizlice tanrılar alemine girebilmek için bir gece ansınız evinden kaçmıştı, ancak başarısız olup babası iblis kral tarafından yakalanıp hapsedilmişti.

Mavi denizin efsanesi ✅Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin