Sorumu duymamış gibiydi. Yine başını eğmiş ayağını ıslatmak üzere olan suya bakıyordu. Birden aklıma Rosé’un da o tüccarın havuzundayken suyun donmadığı geldi. Belki de az önce görmüş olduğum o karartı da bir denizkızına aittir. Soruyu ikinci defa sormadan elimi yanıma indirdim. En iyisi bundan ona bahsetmemekti. Hem belki de yanılıyorumdur, ne diye onu boş yere umutlandırayım ki?
Aniden geriye sıçradığında kaşlarımı çatarak neler olduğunu anlamaya çalıştığımda sudan kaçındığını fark ettim.
“Döngüden mi kaçıyorsun? “ diye sorduğumda başını evet anlamında salladı. Gözlerinde anlamlandıramadığım bir duyguyla bana baktı. Değişmiş gibiydi. Buraya gelmenin onu bu kadar etkileyeceğini tahmin bile etmemiştim.
Aydınlanmışım gibi anında kaşlarım havalandı. “Benim yüzümden evine gidemiyor musun? “
Eğer döngü dediği şeyi düşünecek olursam bu onun benim yanımdayken denize giremediği anlamına gelirdi.
Başını hızlıca hayır makamında iki yana salladığı sırada elleri de ona eşlik etti.
“Öyleyse ne ? “
Bu sorumun cevabı uzun olacak gibiydi. Keşke yanımda bir not defteri ve kalem getirseydim. Dudaklarını kemirerek başını iki yana salladı. Yere düşen incileri gördüğümde onun ağlıyor olduğunu fark ettim. Ona yaklaştığımda bir adım geriye gitti. Oysa ki sadece teselli etmek için sarılacaktım. Söyleyecek söz bulamayınca sarılmak en doğru olandır diye düşünüyordum ama o şimdi bunu engellediğine göre benim de yapacak bir şeyim kalmıyordu. Ağlamasının sebebini anlayamıyordum. Bu yüzden sessizce onun gözlerinden düşüp kar tarafından durdurulmuş olan incilere baktım.
“Bana neler olduğunu söylersen belki sana yardımcı olabilirim. “diye mırıldandım. “Ağlama artık. Seni böyle görünce benim de canım yanıyor. “
Gözleri parlıyordu her bir inci tanesi düştüğünde. Burada heykel gibi durup bir şeyler söylemeye çalışmak işe yaramıyor gibi hissettiriyordu bana.
“Bana hiçbir şey söylemek zorunda değilsin. “ dedim gülümsemeye çalışarak. “Ben şimdi buradan uzaklaşacağım. Eminim yeterince uzaklaştıktan sonra sen denize girdiğinde döngü dediğin şey de ortadan kalkacak. “
Arkamı döndüm. Vedalaşmadan gitmeyi istemiyordum ama şuan için böyle bir şey mümkünmüş gibi gözükmüyordu. Ağır ağır ileriye doğru ilerlerken içimden güçlü bir his beni arkama bakmaya zorluyordu. Ama arkama bakarsam bütün bu kararlılığımın bir anda yok olup gideceğine emindim. Yine bencillik edip onun üzerinde otorite kurmaya çalışırsam benim o tüccardan ve dükten hiçbir farkım kalmazdı. Üstelik bütün kalbimle hissettiğim bu duygunun saf sevgi değil, başka bir pis duygu olduğunu göstermiş olurum.
Geriye dönüp bakmamak için kendimle müthiş bir savaşa girdiğim an birinin kolumdan tutmasıyla durdum. Bu mümkün müydü? Yutkundum. Yüzümü çevirip ceketimin kolunu elinin içinde buruşturmuş kişiye baktım.
“Evine gitmek isteyen sendin. Şimdi ne diye benim peşimden geliyorsun? “
Kırıcıydım... Kırıcı olmak zorundaydım. Benimle geri dönerse eğer mutlu olamayacağını biliyordum. Başını iki yana sallayıp üzgün bakışlarını yere yöneltti. Bir şeylerin yanlış olduğu hissine kapıldım. Bedenimi tamamen ona döndürdüm. Çenesini elimle kaldırıp onunla göz göze gelmeye çalıştım. “Evinin nerede olduğunu bilmiyorsun. “ Bu tespiti sadece gözlerine bakarak yapmıştım. Çaresizdi ve tuhaf bir hüzün vardı gözlerinde. Hayal kırıklığı değildi, korkuyla karışık bir üzüntüydü gözlerindeki. Fazla üstelemedim. Çünkü hiçbir şeyin gizli kalmadığını, her şeyin eninde sonunda olacağına vardığını biliyordum.
“Hadi gidelim o zaman. “ diye homurdanıp omuz silktim. Buraya gelmek boşa zaman israfı mıydı? Hayır, değildi. Kesinlikle o, buraya gelerek bir şeyler hatırlamıştı. Ruhsuz bir beden gibi gözlerindeki o boş bakışlarla peşimden geliyordu.
Arabaya vardığımızda da ruhsuz gibiydi. Balo için başkente ilerlediğimiz bütün o zaman dilimi de sesiz geçmişti. Ne ben bir şey sordum ne de o bir şeyler söylemek için çaba gösterdi. Her ne kadar dayanılmaz bir sessizlik hakim olmuş olsa da arabanın içinde bu katlanılabilirdi. Çünkü her ikimizin de kafamız başka şeylerle doluydu. Ben onun bu tuhaf davranışlarını yorumluyordum, onun ne düşündüğüyse meçhuldü. Bütün bu düşünce halinden arabacının “Geldik, lordum. “ demesiyle ayrılabilmiştim en nihayetinde.
Ama onun için aynı şey söylenemezdi. Uyuyor gibiydi, ama uyuyan sadece bilinciydi. Açık gözleri her şeyi işliyordu. Erken gelen misafirler imparatorun sarayında kalabilirlerdi. Bu yüzden her ikimiz için hazırlanmış olan misafir odalarına gittiğimizde bir birimizden ayrılmak zorunda kaldık. Bütün saray halkı onu benim kuzenim sanması dışında beni delirten pek bir şey yoktu.
Oda bir lorda yakışacak kadar genişti. Odaya girer girmez ışığı açmadan karanlıkta ilerleyerek kendimi direkt yatağa attığım için odayı incelemeye yeterli enerjim kalmamıştı. Yalnız kapının tıklatılmasıyla başımı hafif kaldırıp kapıya bakıp oflayarak başımı geri yatağa koydum. Yine de kapıyı tıklatan kişi fazla ısrarcıydı.
“Odada hiç kimse yok! “ diye bağırdım en sonunda kapının inatla tıklatılmasına dayanamayarak.
“Aç şu kapıyı! “ Prensesin sesini duyduğumda farkında olmadan ayağa kalkmıştım bile. Odaya girerken kapıyı kilitlediğimin farkında değildim. Bir dakika... O kapı kilitli olduğu için mi tıklatıyordu kapıyı? Bir de nezaket kurallarını tamamen yok sayan bir prensesimiz eksikti!
Hızlıca kapıya doğru ilerleyip kapıyı açtım. Kaşlarımı çatıp bir an önce söyleyeceklerini söyleyip gitmesini bekledim.
“Ne? “ diye sordu başını hafifçe eğip. Yüzümdeki ifadeden ne istediğimi anlamış olması gerekirdi oysa.
“Ne için geldiğinizi sorabilir miyim prenses? “
Gülümsedi. “Ah, tabii ki. “
Ellerimi karnımın üzerinde birleştirdim.
“Ondan önce... “ tek kaşını kaldırdı. “Önümde eğilmedin. “
Yaslanmış olduğum kapıdan ayrıldım telaşla. Ses tonu korkunçtu! Sanki tehdit eder gibiydi. Ne bileyim, sanki ölümü hak ettiğimi söylemek istiyormuş gibiydi. Bu tepkim üzerine eliyle ağzını kapatarak kıkırdadı.
“Şaka yapıyorum. “ diye açıklamada bulunduğunda içime bir rahatlama gelmiş gibi derin bir nefes aldım.
“Seni haremimdekilerle tanıştıracağım.”
Aynı şakacı tonda söylediği için şaka yaptığını sandım. Bir süre sonra yüzündeki ifadenin değişmediğini fark ettiğimde “Sen ciddisin.” Dedim şaşkınlık dolu ses tonumla. Başını aşağı yukarı sallayarak “Yakında sen de haremimin bir üyesi olacağına göre onlarla tanışmalısın. “
Pekâlâ, sakinim...
“Sizinle evlenmek gibi bir niyetim yok. “
Yüzünde tek bir mimik bile kıpırdamadı.
“Beni cariyelerinizle tanıştırmanız münasip olmaz. “
Alaycı bir kahkaha attı. “Seni cariyelerimle tanıştırmak istememim sebebi seninle evlenecek olmam değil." başını yüzüme yaklaştırdı. Küçümser gibi yüzünü buruşturdu. “Sadece balodakilerin ağzına söz vermemek için böyle bir yönteme başvuruyorum. Şunu da söylemek isterim ki, evlenme gereği duymuyorum. Evlensem bile evleneceğim kişi sen olmazsın. “
Yüzüme acemice bir sırıtış yerleşti.
“Aynı fikirde olmamız ne hoş. “
Umursamaz bir tavırla beni geçiştirmek için hızlıca başını salladı. “Neyse, üzerine güzel bir şeyler giy. Baloda cariyelerimle tanışacaksın. Dolayısıyla aranızda bir kıyaslama olacak. İnsanların sana acır gibi bakmasına dayanamam. “ aynı alaycı ifadeyle dudaklarını büzüştürüp eliyle yanağımı sıktı. Kahkaha atıp yanımdan ayrıldığındaysa onun tuhaf bir kişiliği olduğu izlenimiyle meşguldü kafam.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi denizin efsanesi ✅
Fantasy"Bir kadınla tanışacaksın. Tanrıçaları kıskandıracak güzellikte olacak, sana daha önce hiç tatmadığın bir sürü güzel duyguları tattıracak ve onun sayesinde ilk defa yaşadığını hissedeceksin. Belki, bir ihtimal, lanetini kırabilecek kadar güçlü bir a...