Başını iki yana sallayıp “Senden nefret ediyorum! “ dediğinde bu söylediklerini ciddiye almadım. Nefret etmesi için bir sebep var mıydı?
“Senin yüzünden... Siz insanların yüzünden bütün hayatım altüst oldu. Getirip beni bir saraya tıktınız. Konuşamamamdan zevk aldınız, fikrimi belirtemeyecek olmamdan hoşlandınız. Kafamın çalışmadığınızı düşündünüz, bunun için benden faydalanmaya çalıştınız. “ elinin tersiyle yanağından süzülen gözyaşlarını sildi. Şaşkınlıkla onu seyrediyor, onun bu ani değişimini anlamlandırmaya çalışıyordum. Her şey o kadar saçma bir hal almıştı ki açıklayamıyordum bile. Konuşmaya cesaret edemiyordum çünkü ağzımdan çıkacak kelimelerin farkında olmadan onu üzeceğini düşünüyordum.
“Ben seni seviyorum, hep sevdim. “ diyebildim duyulur duyulmaz bir sesle. Hayal kırıklığım yansımıştı sesime. O, gerçek olduğunu söylediği düşüncelerini neden imparatorun doğum gününe bu kadar az zaman kalmışken söylemişti?
Helena bana vizyonu ilk söylediği zamanlar kaderimdeki kişinin bana hiç tatmadığım duyguları tattıracağını söylediğinde bu kalbimi parçalayan duygudan bahsetmemişti.
“Saçmalama.” Sözüme inanmıyormuş gibi gözlerini devirdi. “Ben gideceğim. “
Bu son söylediği sözle bir anda kafam karıştı. Tam olarak ne demek istediğini anlayamamıştım.
“Nereye? “ kekeleyerek sordum.
Ağır ağır kapıya doğru ilerlerken “Ait olduğum yere. “ dedi. Hızlıca yanına gidip kolundan tutarak onu durdurdum.
“Ait olduğun yere mi? “
İçimden sayısız kez “Evime gidiyorum. “ dememesi için yalvardım tanrıya.
“Rosé lütfen saçma bir harekette bulunarak hayatını tehlikeye atma. “ Yalvaran bakışlarla baktım gözlerine. Canını bu şekilde tehlikeye atmasını istemiyordum. “Eğer evine gitmek istersen seni ben götürürüm. Saraydan gizlice kaçman ve bir anda ortadan kaybolman demek senin hain damgası yemen anlamına gelir. “
“Ve... “ diye devam ettirdi benim konuşmamı. “Ben bir hain ilan edilirsem bundan siz de nasibinizi alırsınız. Ama ne diye kaçtığımı söyleyesiniz ki? Bir yalan uydurup benim saray yaşantısından sıkıldığımı, dinlenmek için çok uzaklara gittiğimi söyleyebilirsiniz. “
“Tamam.” Dedim pes edip kolunu bırakarak. “Git. Ama gecenin bir yarısı yol, iz bilmeden nereye gideceksin? Evinin yolunu bile hatırlamıyorsun. Rosé sen denizkızı olmana rağmen denizden korkuyorsun... Üstelik annenin kendi öz annen olmadığını söylemiştin. Şimdi evin bildiğin yere geri dönersen nasıl bir tepkiyle karşılaşacağını bile bilmiyorsun.”
“Evimin nerede olduğunu buldum. “
Kapıya kadar gidip kapı kolunu çevirip kapıyı açtı. Bir süre kararsızca orada durdu. Sanki söylemek istediği son bir sözü vardı da onu toparlamak istiyordu.
“Ben sandığından çok daha farklı birisiyim. Ben çok kötüyüm Maxi. Hayal edemeyeceğin kadar kötü... Yanında kaldığım bütün bu zaman boyunca sana zarar vermekten başka bir şey yapmadım. Her ne kadar farkında olmadan yapmış olsam da bunu yanında kalmak için bir bahane olarak kullanmayacağım. Yanında kalırsam işlerin daha çok sarpa saracağını çok iyi biliyorum çünkü. Beni nasıl birisi gibi tanıyorsun, bilmiyorum ama ben sandığın kişi değilim. “
“Hayır.” Dedim başımı iki yana sallayıp ona yaklaşarak. “Bugüne kadar bana hiçbir zararın dokunmadı. Aksine varlığınla beni hayata bağladın. Sorun değil, eğer kendini kötü birisi olarak görüyorsan benim seni bu şekilde sevdiğimi bilmeni isterim. Bana göre sen çok iyi ve masum bir insansın. İster kötü ol, ister iyi, bil ki kendin olduğun için aşığım sana. Lütfen, yanımda kal. “
Yalvararak tekrar kollarımı onun beline doladım. Başımı omzuna yasladığımda hiç kıpırdamadan öylece duruyordu. “İşler sarpa sarsa bile birlikte üstesinden gelelim. “ diye devam ettirdim sözümü.
“Üzgünüm.” Diye mırıldanıp boşta olan eliyle onun karnının önünde birleştirdiğim elimi çözdü. Kollarımın arasından usulca süzülüp giderken açık kalan kapıdan onun arkasından bakmayı sürdürdüm. Buraya çivilenmiş gibiydim ve sanki zihnim dondurulmuştu. Hiçbir şey düşünemiyor, öylece akıp giden zamanda cansız bir nesne gibi duruyordum. Gözümün önünden gitmeyen o görüntüsü, son anda çaresiz bakışlarıyla bana veda edişi yüreğime bir buz bıçağı saplıyordu. Oradan bedenimin her yanına dalga dalga bir sıcaklık yayılıyordu. Acıyordu kalbim. Sanki... Acı biber sürülmüş gibi.
Bulanık zihnim bir anda aydınlandı. Onun saraydan bu şekilde yalnız başına ayrılması tehlikeliydi ve ben ona yardımcı olmak yerine burada boş boş duruyordum. Acı atlatılırdı. Buna bu kadar takılmamak gerekirdi. Sonuçta birkaç gün sonra bütün acılarıma son verecek bir tedavi gerçekleştirecekti lanetim. Sonsuza kadar dindirecekti acılarımı.
Bütün bunlar saniyenin dörtte biri kadar kısa bir zamanda geçmişti aklımdan. Artık uyuşukluğum geçmişti. Rosé’un odasına doğru koşmaya başladım. Ulaşabileceğim en son hızda koşmaya çalışıyordum. Ne diye onun odasına gittiğimi bilmiyordum. Belki de bir ihtimal onun saraydan kaçmanın imkansız olacağını düşünüp vazgeçtiğini sanmışımdır. Belki de hâlâ onun orada, odasında olmasını ümit ediyorumdur, onunla son bir defa doğru dürüst vedalaşmak istiyorumdur.
Nefes nefeseydim onun kaldığı odanın kapısının önüne geldiğimde. Durup soluklanmadan direkt içeriye dalmak istediğimde kapının aralık kaldığını fark ettim. Kapıyı kapatmamış olması aceleyle saraydan çıkmasından mı kaynaklanıyordu?
Kafamın içindeki soruya cevap bulabilmek için elimle yavaşça kapıyı ittim. Kapı açıldıkça odanın görünen kısmına daha büyük bir dikkatle baktım. Bir çift turkuaz renk göz aradım. Aradım, ama aradığımı bulamamamın burukluğuyla gözlerim doldu. Boğazım düğümledi. Sanki ağır bir taş sıkışmış gibi yutkunamıyordum. Az önce bahanelerle kısa süreliğine de olsa geçiştirebildiğim acı, şimdi bir sinsi bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla tekrar sarıyordu ruhumu. Üstelik bu defa bulduğum bahanelerin hiç biri işe yaramıyordu. Hiç biri acının kalbime akıttığı zehre bir panzehir olamıyordu. Panzehir bir yana, bir ağrıkesici etkisi bile yaratmıyordu.
İçeri girdim. Adımlarım odanın içinde duyuldu. Bir anlığına peşinden gitmek istedim. Ben duruyordum burada? Neden koşup onu durdurmuyordum? En azından son bir defa veda edebilseydim.
İlk defa onun bir yönünden nefret ettiğimi fark ettim. Şaşkınlıkla farkına vardığım nefretim onun ayak seslerini duysam bile ona ait olduğunu anlayamayacağımdan kaynaklanıyordu. Yani şuan duyduğum adımlardan biri ona ait olabilirdi, o, benim çok yakınımda olabilirdi. Ama ben bunu fark edemiyordum.
İşte odanın içinde yapayalnız geçirdiğim her vakit nefretimi kendime yönlendiriyordum. Belki de orada acılarını düşünüp boşa vakit geçireceğime peşine düşseydim ona son bir kez daha sarılabilme fırsatım olurdu.
Sırasını kollayan sadece içimdeki acı değildi anlaşılan. Bir bir gözümün önünden geçen bütün bu görüntüler, onunla ilk tanıştığım andan beri zihnime kaydedilmiş bu görüntüler de gözyaşlarımı harekete geçirebilmek için su yüzüne çıkıyorlardı. Öylesine hızlı, hem de öylesine yavaşlardı ki, bunun nasıl olduğuna ben bile şaşırıyordum.
Bir anda nefesim kesilir gibi oldu. Sağ tarafıma bir acı saplandığında daha fazla ayakta duramayarak yere yığıldım. Nefes alabilmek için zorluyordum kendimi, ama sanki bir şey tarafından engelleniyordum. Sıkışan kalbimin bir yerden sonra patlayacağını sandım. Kulağım çınladı. Gözümden kulağıma doğru süzüldüğünü hissettim gözyaşlarımın. “Burada ölecek miyim?” Diye sordum kendi kendime. Kalp krizi geçiriyordum sanırım, lanetin varlığını daha önce hiç bu kadar güçlü hissetmemiştim. Ağrı bütün hücrelerime işliyordu, sanki ölümümün yakın olduğunu hatırlatmak istiyordu.
Ama ölmemiştim işte. Çünkü daha zamanı değildi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi denizin efsanesi ✅
Fantasy"Bir kadınla tanışacaksın. Tanrıçaları kıskandıracak güzellikte olacak, sana daha önce hiç tatmadığın bir sürü güzel duyguları tattıracak ve onun sayesinde ilk defa yaşadığını hissedeceksin. Belki, bir ihtimal, lanetini kırabilecek kadar güçlü bir a...