Düğün ertesi sabah kalkıp, hep birlikte duracağımız yanımızdaki daireye geçtiğimde, salonda eşimin memleketinden gelen büyükler vardı. Kimseyi tanımıyordum ve utangaç bir yapıda olduğum için herkesten utanıyordum. İçeri girip büyüklerin ellerini öptüm. Kimin elini öptüysem, elime para tutuşturuyordu. Neden para veriyorlar anlamadım. Kaynanamın, kayınbabamın gözlerine baktım. Kızım al adettir utanma dediler. Utanarak aldım. Memleketten gelenler bir süre daha durup, gittiler.
Evlendikten sonra 40 gün evden çıkmadım. Yeni gelin evine alışması için 40 gün evden çıkmazmış, adetmiş. 40 gün sonra anneme el öpmeye gittim. Kardeşim bana dargındı, onu yalnız bırakıp, evlendiğim için beni suçluyordu. Önceden de dediğim gibi biz hiç ayrılmazdık. Ben gidince kardeşim, kendini yalnız hissetmiş, bu beni oldukça üzmüştü. Bildim bileli annemle anlaşamazlardı. Ben, her zaman evde toparlayıcı, birleştirici rolündeydim. Ben olmayınca da kavgaları artmış. Evlendiğim için bende üzülüyordum. Ne olursa olsun kardeşimi bırakmamalıydım. Ne vardı da evlendim, hep kendime kızacak bir şeyler buluyordum. Annemde birkaç gün kalıp, ayrıldım.
Kalabalık bir ailede yaşamak oldukça zor ve yorucuydu. Sabah 5.30'da kalkıyordum. Gün boyu evde o kadar çok yoruluyordum ki, sabahları uyuyakalsam, kapıyı defalarca döverek beni uyandırıyorlardı. "Kalk yengene yardım et, kahvaltıyı hazırla" diyorlardı. Uyanıp, koşa koşa mutfağa gidiyor, sabahın beş buçuğunda; yengemle birlikte menemen, patates kızartması vs. gibi şeyler hazırlayıp, eşlerimizi uyandırıyorduk. Onlar işe gidince, evi toparlayıp, tekrar diğerlerine kahvaltı hazırlıyorduk. Kahvaltıdan sonra evi süpür, sil, bulaşıkları yıka derken; öğlen oluyor, öğle yemeği, çay tekrar bulaşık, akşam yemeği ve tekrar bulaşık derken akşam oluyordu. Ne yemekleri, ne bulaşıkları, ne de çamaşırları bitiyordu. Kendime ufacık bir zaman bile kalmıyordu. Kitap okumayı bile bırakmıştım.
Yengemden Allah razı olsun hakkını ödeyemem. Her zaman bir anne gibi bana destek olup, yardımcı oldu. Gelin geldiğimde doğru dürüst yemek yapmayı bile bilmezken yengem, sayesinde her çeşit yemeği öğrenmiştim. Biraz da uyumlu bir insan olduğum için, bu konuda fazla zorlanmadım. Onu dinleyerek, gösterdiğini uygulayarak, her dediğini yaparak bir evin nasıl çekilip, çevrileceğini kavradım.
Evde yemek sofraları ise ayrı karmaşaydı, 10-12 kişi sofraya oturuyorduk. Öyle bir yiyorlardı ki, tabaklarını doldurmaya yetişemezdik. Her kafadan bir ses çıkardı. Kaynanama bir şey beğendirmek zordur. Bunun tuzu az olmuş gibi bahanelerle gönül kırardı. Eşimde yemek seçerdi, sevmediği yemek olunca "niye bu yemeği yaptınız" derdi. Kayınbabam, "güzel, güzel ellerinize sağlık yavrularım" derdi. Yengemin eşi, baharat sevmezdi, baharatı fazla ise ondan yakınırdı. Çocuklar, çoğu zaman tabaklarını bitirmez, büyükler hadi biraz daha ye diye zorlardı. Derken bir de bakardım sofrada yemek kalmamış. Ben, çoğu zaman sofradan aç kalkardım. Onlara koşturmaktan iştahım kalmazdı. Zaten kendimi bildim bileli yemekle aram yoktur. Kaynanam yemiyorum diye yakınırdı. "Kızım ye, bu kalabalık sofralara alış, yoksa çok aç kalırsın" derdi. Ancak ben, onların boğazına yetişmeye çalışmaktan kendi boğazımı unuturdum.
Ayrıca evde hiç misafir eksik olmazdı, geleni gideni bitmez, gelenlere ise sürekli yemek sofraları kurulurdu. Bazı zamanlar akşam 9-10'dan sonra gelirlerdi. Çay içerler, uzun uzun sohbetler ederler, saat 12'ye kadar kalkmazlardı. Ben, o zamanlar kimseyi tanımadığım için; sabahları erken kalktığım için ve bütün günün yorgunluğuyla dayanamaz, misafirlerin önünde gözlerim kapanır, uyuklayakalırdım. Ne yapayım bir türlü kalkmak bilmiyorlardı. Onlar gitmeden odama da gidemiyordum. Bir misafir geldiğinde onlar, gidene dek onlarla birlikte oturmalıydık. Uyuduğumu farkettiklerinde bana gülüşürler, "gelin uyuyorsun, hadi kalk şu çayları tazele" derlerdi.
Evliliğimin ilk zamanlarında, kaynanam ve kayınbabam sürekli birbiriyle atışır, yüksek sesle ağız dalaşı yaparlardı. Ben, onlar birbirine bağırdıklarında epey korkardım. Onların da annem ve babam gibi büyük kavgalar yaşayacaklarını zannederdim ama zamanla bu kavgalara alışmıştım. Anladım ki onların birbirlerine bağırmaktan başka bir zararları yok. Keşke bütün kavgalar böyle olsaydı şiddetsiz ve dayaksız..
Günler böyle geçerken, evliliğimin dördüncü ayının başlarında, hamile olduğumu öğrendim. O an için bir bebeğim olsun istemiyordum. Bu kalabalıktan ayrılıp, kendi evimize geçtiğimizde olsun isterdim. Bu hamileliğe hiç hazır değildim, hamile olduğumu anlayınca saatlerce ağladım. Eşim seviniyordu ama ben, ağlıyordum. Meğer eşim bu bebeği bile isteye yapmış, bebek olursa ben, gitmezmişim. Hiçbir şey istediğim gibi olmadığı gibi bebeğim de rahmime zamansız düşmüştü.
Bu arada eşim dükkandan ayrılmış, gemilerde çalışmaya başlamıştı. Bazı zamanlar gemi açılır, 10 gün eve gelmediği olurdu. O olmadan bu eve katlanmak daha da zordu. Eşim geldiği zaman sevinirdim. Ayrı kaldığımız için birbirimizi özlerdik ama eşimle asla yalnız kalamazdık, ancak saat 12'de odamıza çekilebilirdik. Doğru dürüst konuşamazdık bile sonra bir bakardım tekrar gemi açığa gitmiş ve ben, tekrar bekleyişlerdeyim.
Benim yemekle aram yoktur ama çikolata, hazır kek gibi yiyecekleri çok severim. Eşim bunu bildiği için, bazen alıp, gelirdi. Onu bile gizli gizli odamıza koyardık. Eşim beni arardı, 'Çilem sana bir şeyler aldım, yan tarafa geçip, pencereyi açta oradan al.' Bende yan dairedeki odamızın penceresinden alıp, bir yere saklardım. Yengemin eşi ve benim eşimin kazandığı paralar kayınbabama verilirdi. İçinden azıcık bir para alsak bile hesabı sorulurdu. Bu nedenle bir şey almak istesek alamazdık.
Hamileliğimin ilk üç ayı mide bulantıları ile geçti, sabah erken kalktığımda, saatlerce banyodan çıkamazdım. Yengeme yardım etmem, kahvaltıyı hazırlamam da gerekiyordu. Bir banyoya, bir mutfağa derken o bulantılar beni mahvediyordu. Hiç unutmam, hamileliğimde eklere aş ermiştim. Evdekiler eklerde neymiş dediler. Eşimde eklerin ne olduğunu bilmiyordu. Aylarca gözümün önünde eklerler gezindi ancak kimse alıp getirmedi. Aş ermem neredeyse bitmişti ki, yengemin erkek kardeşi alıp gelmişti. Yemiştim ama o ilk aş ermem gibi istekli değildim. Hamileliğim boyunca sigara da içmedim. Sigaraya ve eşime karşı büyük bir tiksinti duyuyordum. Kokulara karşı aşırı hassasiyet gösteriyordum. Kokular midemi bulandırıyordu.
Bizim evliliğimiz, iki kişilik bir evlilik değildi. Hani cicim ayı derler ya, biz eşimle cicim ayı nedir bilmedik. Evlilik bana hiçbir zaman toz pembe renkte görünmedi, benim evliliğim Karatepe'nin karası gibi simsiyahtı.
Evlilik dış etkenler araya girince çekilmez oluyor, hayatınıza sürekli olarak müdahale ediliyor. Siz siz olun sadece eşinizle birlikte yürüyebileceğiniz bir yolda yürüyün. Yolunuza çıkan engellerin yolculuğunuzu mahvetmesine izin vermeyin. Adımlarınızı engelsiz bir evliliğe atın. İki kişilik bir evliliğe..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADI ÇİLEM HAYATI ELEM (Otobiyografi) TAMAMLANDI
Non-FictionKendi hayatımı; edebi bir dille kaleme aldığım, otobiyografik romanıma davetlisiniz arkadaşlar. Bu kitapta yazdıklarım tamamen gerçektir, kurgu değildir, herşey yaşanmıştır. Hiç çocuk olmadım, oyunlarım olmadı. Hep o pencere önünde kaldı düşlerim...