Lise birin sonunda sınıfta kalmıştım. Evdeki huzursuzluklar, derslerin zorluğu adapte olamadım. Yalnız da değildim. Benimle birlikte birçok arkadaşım da kalmışlardı. Bunu babama nasıl açıklayacağımı bilmiyordum. Bir çare düşünmeliydim, yoksa okul hayatım bitecekti. Benimle aynı durumda olan arkadaşlarımla birlikte, bilgisayar kafeye gittik. Orada toplanıp karnelerimizle oynadık. Karnedeki 1'leri 4 yaptık. Diğer rakamlarla oynayamıyorduk ama 1'lerden acayip güzel 4 puan oluyordu ayrıca hiç farkedilmiyordu. Eve gidip babama karneyi gösterdiğimde anlamamıştı. İyi iyi, güzel dedi. Eğer karne ortalamasına baksaydı bitmiştim. 4 leri görünce ortalamaya bile bakmamıştı. Babam, ilk sene sınıfta kaldığımı ancak son sene öğrenebildi. Çünkü son sene staj yılıydı. Babam, stajım için yer bakınırken, annem babama dedi ki; bir sene daha okuyacak, ilk sene sınıfta kalmıştı. Artık babamın öğrenip, öğrenmemesi sorun değildi. Ben okula devam edebilmiştim. Eğer o zaman öğrenseydi çok başka şeyler olabilirdi. Elbette çok kızmıştı ama o zaman aklıma gelen en akıllıca şey buydu. Okul hayatımı bitiremezdim.
Okullar açıldığında, artık 16 yaşındaydım ve tekrar lise bire gidiyordum. Eski arkadaşlarımın çoğu da benimle aynı durumdaydı. O sene başlayan yeni öğrenciler de gelmişti. Birbirimize çift dikiş, (kalanlar) tek dikiş (yeni başlayanlar) diyorduk. Kalmak anormal sayılmıyordu, gayet normaldi. Biz de bunu kendimizce dalgaya alıyorduk.
Tekrar lise bire gitmenin avantajları da vardı. Tek dikişler hiçbir konuyu anlayamazken, çift dikişler zehir gibiydi. Aynı konuları, bildiğimiz şeyleri yeniden tekrar etmek, iyice kavramamızı sağladı ve başarılı olduk. O sene dersler yönünden hiç zorlanmamıştık.
İkinci senenin lise birinde farklı olarak neler yaşadım? Okuldan kaçmalar, tek tük sigara içmeler ve aşıklık. Bunları da babama farkettirmeden, onun nöbetlerini takip ederek yapabildim. Çünkü babam gece nöbetinde ise bütün gün evdeydi. Biraz uyuyup okul çıkışında beni takibe gelirdi. Önce biraz arkamdan takip eder, sorun bulamazsa yanıma gelir, beraber eve dönerdik. Babam gece nöbetindeyken, akıllı uslu bir kızdım, öyle olmalıydım. Arkanda seni izleyen bir gölgenin varlığını hissetmek, her an gelip seni arkadaşlarının yanında yerle bir edecek bir karartının olduğunu bilmek, ne kadar korku verici tarif edemem. Diğer nöbetlerinde takibe gelemezdi. Çünkü ben okuldan çıkarken babam, ya evde işe gitmeye hazırlanıyor yada işte oluyordu. Bu zamanlarda ise zincirinden kurtulmuş mahkumlar gibi özgürdüm.
Arkadaşlarımın çoğu sigara içiyordu. O zamanlar sigara içmek havalı sayılan şeylerdendi. Bana bir fırt çek, acıların uçup gitsin derlerdi. İlk çektiğimde acayip öksürmüştüm, sigarayı tutuşum bile acemiceydi. Sonra sonra usta bir içiciye dönüştüm. Paket almıyordum, çünkü paket alacak kadar param yoktu. Ya otlakçılık, yada dal. Okulun biraz ilerisinde, küçük bir büfe vardı. Bir kutunun içinde tek dal sigara satışı yaparlardı. Tek dal şimdinin parasıyla 25-50 kuruş gibi bir fiyattı. Okul çıkışlarında büfeden tek yada çift dal alır. Durakta içip, otobüse binerdik.
Okuldan kaçışları, son günlere saklar, son 10 gün full kaçardık. Şunu da belirtmek isterim ki; eğer babamdan izin alarak dışarıya, arkadaşlarımla gezmeye çıkıyor olabilseydim, okuldan kaçmak gibi bir eylemim olmazdı. Fakat babam bizi sokağa bile çıkarmıyordu ki; arkadaşlarımla gezmeye göndersin, bende kaçarak dilediğimi yapıyordum. Okuldan kaçışlarım özgürlüktü.
Yedi sekiz kız toplanıp, İstanbul'un altını üstüne getirirdik. Sahiller, parklar, duraklar, okulun etrafı, Anadolu Hisarı, Üsküdar, Kadıköy, Beykoz, Anadolu kavağı gezmediğimiz, gitmediğimiz yer kalmazdı. Bu saydıklarımın on güne yayıldığını düşünün. Bir gün yine okuldan kaçmıştık; bizim kızlardan birinin dişi için dişçiye Anadolu Hisar'ından, Kavacık'a gitmeliydik. Bizim kızlar deli doludur. Bilhassa bir, ikisi var ki ailesinden aşırı baskı görüyorlardı. Bu baskıyla başlarını kapatmışlar. Okulda açılır, çıkışta kapatırlardı. Kaçış günlerimizde de başlarını açarlardı. Onlar da benim gibi özgür kız modundaydı. Grubumuza lakap bile takmıştık. "Özgür kızlar"
Otobüs beklemeye başladık gelmedi, biletimizde yoktu. Baktım bizim kızlar, yoldan geçen arabalara el ediyorlar. Napıyorsunuz dedim. Otostop dediler. Ben ve diğer arkadaşım direttik. "Yapmayın, biz binmeyiz, elin yabancısı başımıza bir iş gelir." dediysek de dinletemedik. Sonra bir araba durdu. Beş arkaya, iki öne yedi kız doluştuk. Ben hiç konuşmadım, diğer kızlar konuşuyorlar. Allah'tan ki adam pek iyi, kafa adamdı. Kızlara sorular soruyor, aldığı cevaplara basıyor kahkahayı. Ben de içten içe rahatladım. Zaten bu benim hayatımdaki ilk ve son otostop maceramdı. Bir daha böyle bir şey yapmadım.
Kavacık'a geldik, arkadaşımızın dişini çekmediler, ilaç verdiler. Sonra Üsküdar otobüsüne bindik. Otobüste çok eğlenmiştik. Kız arkadaşlarımızdan birinin, çantasına doldurduğu erikleri yiyerek ilerliyorduk. Otobüsteki diğer insanlara da verdik. Otobüsten inip, sahile doğru yürüdük. Yine bizim okuldan olan üç erkek arkadaşa rastladık. Ben onları tanımıyordum. Bizim kızlar tanıştırdı. Acıkmıştık, abur cubur bir şeyler alıp, çimlere oturup yedik, gezdik, eğlendik, rahat rahat sigara içtik, daha sonra ayrılıp evlerimize gittik. Anlayacağınız bizim her kaçışımız ayrı bir maceraydı. Hepsini anlatmaya kalksam sayfalar yetmez.
Aşıklık konusuna yine geçemedim. Diğer bölümde anlatmak dileğiyle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADI ÇİLEM HAYATI ELEM (Otobiyografi) TAMAMLANDI
No FicciónKendi hayatımı; edebi bir dille kaleme aldığım, otobiyografik romanıma davetlisiniz arkadaşlar. Bu kitapta yazdıklarım tamamen gerçektir, kurgu değildir, herşey yaşanmıştır. Hiç çocuk olmadım, oyunlarım olmadı. Hep o pencere önünde kaldı düşlerim...