Buz Dağları

81 23 53
                                    

Annem, ben evlendikten sonra kardeşimle başka bir eve taşınmıştı. Bu taşındıkları ev, gayet güzeldi. Evin en beğendiğim özelliği ise balkonundaki açılır, kapanır panjurlardı. Manzarası denizi görüyordu. Odaları geniş, güneş gören ferah, aydınlık bir evdi. İşte kardeşim bu evden gelin çıkacaktı.

Kardeşimi istemeye gelecekleri gün kardeşim, epey heyecanlıydı. Akşam gelecek olanlar için birlikte hazırlık yaptık. Ben dolma sardım. Kardeşimde  diğer yiyecekleri hazırladı. Akşam olduğunda kardeşim, beni istemeye geldikleri gün benim yaşadığım, heyecana benzer bir heyecanı taşıyordu. Kardeşimin kahvelerini yapmakta bana düştü. Hatırlarsınız kardeşimde benim kahvelerimi yapmıştı.

İstemeden bir hafta sonra, düğün günü gelmişti. Ben hamile olduğum için kardeşim, kuaföre küçük teyzemle gitmişti. Kardeşim, gelinliğini giymiş saç ve makyajı yapılmış halde eve geldiğinde, onun güzelliği karşısında nutkum tutulmuştu. O kadar güzel olmuştu ki bakmalara doyulmaz, zarif, bembeyaz bir kuğuya benziyordu. Bu noktada kardeşimi birazcık kıskanmış olabilirim. Çünkü ben dünyanın en çirkin gelini olmuştum. O ise prensesler gibiydi. Çeşit çeşit pozlar verip, fotoğraflar çektiriyor, gülümsüyordu. Fotoğraf kareleri bazen tek, bazen de teyzemle birlikte çoğalırken ben, o karelerin hiçbirine girmiyordum. Çünkü hamileydim. Onlara bakarken, kendimi dışlanmış hissediyordum. Kardeşimin bu mutlu gününde yanında olması gereken bendim, aslında öyle sanıyordum. Ancak ne kardeşim beni istiyordu ne de teyzem, bana izin veriyordu. O gün kardeşimle birlikte çekilmiş tek bir fotoğrafımız yoktur.

Gelini almak için kapıya geldiler. Yine teyzem kapıyı tutuyor, gelini çıkarma şartlarını söylüyordu. Aklıma sürekli benim düğünüm geliyordu. Ben gelin çıkarken, kapıyı kardeşim tutmuştu. Sabır çekerek, nikah salonuna gittim. Salona babam da gelmişti. Çok sevdiği kızını bu mutlu gününde yalnız bırakmamıştı. Oysa babam, benim düğünüme gelmemişti. Takı merasiminde ise babam, kardeşime bir bilezik takmış ve kardeşimle fotoğraf çektirip, mutluluklar dileyerek ayrılmıştı. Benim düğünümde ise babamla çekilmiş bir fotoğrafım bile yoktu.

Gördüğüm herşey içimde yaralar bırakıyordu. Nikah salonundan çıktıktan sonra olanlara ise hala bir anlam veremiyorum. Ben, kapıda kardeşimin salondan çıkmasını bekliyordum. Hani düğün sonrası kardeşler alınıp, yemeğe gidilir. Hem o adeti yerine getirmek, hem de o anlarında kardeşimin yanında olmak istiyordum. Kardeşim eşiyle salondan çıktı. Düğün arabaları kapının önündeydi. Acele acele düğün arabalarına bindiler. Kardeşim gözleri ile teyzemi arıyor. Teyze teyze diyordu. Çok geçmeden teyzem geldi ve hep birlikte arabaya binip gittiler. O an hissettiğim hüznü hiçbir şekilde anlatamam. Arkalarından gözlerimde yaşlar ve içimde oluşmuş yeni yaralarla bakakaldım. Olduğum yerde uzun süre durdum, içimde bir adım bile atacak isteği bulamıyordum. Artık gözyaşlarımı durduramıyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Eşim beni sakinleştirmeye çalışıyor. Üzülmememi söylüyordu. Hayatımdaki hiçbir anda bu kadar  dışlandığımı, geri plana atıldığımı hatırlamıyorum. Hadi arabaya bindirip, götürmeyi de geçtim. Yanıma gelip, bana sarılmadı bile öylece gitti ve ben, orada öylece kalakaldım.

Hamile olmak ne kadar kötü bir şeydi. Ben hamile olmak istemiyordum. Zaten aylardır kendimden nefret ediyor, aynaya bile bakamıyordum. Hayatımda hiç bu kadar kilolu olmamıştım. Bu kilolardan, bedenimin değişikliğinden, mide bulantıları, uykusuzluk, yorgunluk, ağrılar, sancılar, yanmalar bir bebeği taşımak, o içerde gelişirken, senin kendinden nefret edişin herşey berbattı. Herşeyi kafama takıyor, en küçük bir şeyde bile duygulanıp ağlıyordum.

Beni en fazla üzense düğünlerde gördüklerim oluyordu. Hiç unutmam. Bir keresinde eşimin evlerinin karşısındaki daireden, kızın biri gelin çıkıyordu. Evdekiler 'gelin çıkıyor hadi gelin bakalım' dediler. Gidenlerin peşlerine takılıp gittim ama ağlaya ağlaya geri döndüm. Keşke hiç gitmeseydim. Çünkü kendimi toparlamakta epey zorlanmıştım.

Gelin kızımız, tüm güzelliği ile evinden çıktı. O sırada babası, kapının önündeydi ve kızını gururla bekliyordu. Kız gülümseyerek babasının yanına gitti. Babası, güzel kızını alnından öptü ve kırmızı kuşağı kızının ince beline doladı. Gelin arabası, kızı almak için kapıdaydı. Ancak kız ve babası birbirinden ayrılamıyordu. Birbirlerine sımsıkı sarılmış, öpüşüp, ağlaşıyorlardı. Baba, kızının kokusunu içine çeke çeke sarılıyor; kız, babasını bırakmak istemiyordu. Orada bulunan diğer insanlar için bu sahne gayet normaldi. Diğer insanların gözlerinde, yüzlerinde hiçbir tepki, üzüntü yoktu. Fakat bu sahne beni oldukça etkilemişti. Yaşayamadığım herşey gözümde canlanıyordu. Babam neden beni bu şekilde gelin çıkarmadı, neden beni sevmedi? Niye böylesine içten sarılmadı? Neden yanımda değildi? O sahneyi içim yana yana izliyordum. Nefesim kesiliyor, boğazım tıkanıyor, kendimi tutmakta zorlanıyordum. Ertaftaki kalabalığın bana baktığı hissine kapılıyordum. Çünkü onlar, normaldi ben, anormaldim. Birileri bana bakarken gözyaşlarımı farkedecek, içimdeki yaraları görecek, ezikliğimi, acılarımı farkedecek ve benim için içlerinden "bu kadın bunca ağlıyor, içi yanıyorsa muhakkak babasıyla bir derdi vardı" diyecekler gibi düşüncelerle utanç duygusuna kapılıyordum. Gelin kız, arabaya binip gidince koşa koşa eve gelip, saatlerce ağladım.

Yüreğimdeki acı yaralar, günbegün çoğalıyor ve içimde büyüye büyüye kocaman dağlara dönüşüyordu. Bir gün o dağlara çarpacağımı biliyordum. Onlar içimdeki buz dağlarıydı. Buz dağları, insanlarla benim aramda olan uçurumları, farklılıkları hatırlatıyordu. Buz dağları beni insanlardan uzaklaştırıyordu. Buz dağları yükseliyor ve sertleşiyordu.





ADI ÇİLEM HAYATI ELEM (Otobiyografi) TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin