Zaman kederli bulutlar gibi savrula savrula geçiyordu. Haftada iki gün okulda, üç gün işte oluyordum. Okuldaki arkadaşlarım farklı farklı yerlerde staj görüyorlardı. Haftada iki gün görüşmenin etkisiyle olacak ki, hepimiz birbirinden ayrılan halatlar gibi birbirimizden uzaklaşmıştık. Okuldan kaçmalarımız bitmişti çünkü buna zamanımız yoktu. Herkesin üzerindeki yorgunluk ve durgunluk kendini belli ediyordu. Belki de olgunlaşmış, bir anda büyümüştük. O iki günü doyasıya paylaşsak da uzaklık hissedilir derecedeydi.
Arkadaşlarımın ve benim geçmemiz gereken son sorumluluk sınavlarımız vardı. Eğer sorumluluk sınavlarını geçemezsek diplomalarımızı alamayacaktık. Bu da üzerimizde bir stres yaratıyordu. Benim tek dersten sorumluluğum vardı. Bazı arkadaşlarımın ise üç-beş dersi geçmesi gerekiyordu. Ayrıca biliyorduk ki bu son sene, bizlere ayrılıklar yaşatacak, sağlam sanılan ipler kopacaktı.
Bu arada artık canımın yanması da geçmişti. O ilk aşkımla eskisi gibi arkadaş olmuş, onu düşünmeyi bırakmıştım. Zaman ve araya giren mesafeler yaralarımı unutturmuştu.
Babam işten kazandığım maaşlarımı benden hiç almadı. Ne kadar almasını teklif etsem de; "o senin paran, ben senin parana dokunmam" dedi. Önceden okul kantininden bir sandviç bile alamazken yada kaçışlarımızda cebimizde beş kuruş paramız olmazken artık para sıkıntılarımız, sona ermişti. Bilhassa dal dal sigara almaktan kurtulmuş, paket almaya başlamıştık. Galiba en güzeli de buydu. Okuldaki arkadaşlarım bonkörce davranıyor; öncesinde birine bir şey ısmarlamaktan çekinirlerken, şimdi bol keseden harcıyorlardı.
İş yerimde herşey yolundaydı. Kız arkadaşlarımla oldukça iyi geçiniyor, bize verilen işleri yardımlaşarak ve keyifle yapıyorduk. Sabahları erken çıktığımız için evde kahvaltı yapamazdık. Her sabah birlikte pastaneye gider poğaçalar, simitler alır çay paydosunda eğlenerek yerdik. Öğle yemeklerimiz ise ayrı bir keyifli olurdu. Sohbet edip, gülüşerek yemeklerimizi yer, işe dönerdik.
Bir gün belediyeye genç bir delikanlı geldi. Patronun odasına girdi, çıktı. O sırada ben ve arkadaşlarım koridorda konuşuyorduk. O da koridordan geçiyordu ve birbirimizi gördük. Ben durduğum yerde, o yürürken uzun süre bakıştık. Uzun boyu, mavi gözleri, dalgalı sarı saçları, biçimli bir vücudu vardı. Aşırı yakışıklı görünüyordu. Kendimi ona bakmaktan alıkoyamamıştım. O da beni dikkatle süzmüş ve önümden geçip gitmişti.
Daha sonraları bu şekilde birkaç bakışma daha yaşadık. Bir gün cesaret edip, benimle tanışmak istediğini söyleyebilmişti. O, belediye başkanının yiğeniymiş. Ben de belediyenin stajyeri olduğum için, işyerinde birbirimizden uzak durmaya çalışıyorduk. İş çıkışı belediyeye yakın bir cafede oturup konuştuk. Benden hoşlandığını, arada sırada görüşebileceğimizi söylemişti. Oldukça nazik ve sevecendi. "Olur" dedim. Böylece yeni bir ilişki başlamış oldu.
Evdeyse durumlar bir hayli karışıktı. Her geçen gün daha büyük, daha şiddetli kavgalar yaşanıyor, evimizin duvarları günbegün çatırdıyor ve bu yıkımlar içimi harebeye çeviriyordu. Herşeyin paramparça olmasına, o büyük depreme çok az bir zaman kalmıştı.
Son satırlara; o dönemde evimizin durumunu anlatan, kendi yazmış olduğum satırları bırakıyorum.
EVİM
"Sağlam kaleler içinde değildi;
Her tuğlasından acı sızdıran,
Her parçasından su alan,
İçinden oluk oluk kan fışkıran,
Bir yıkıntılar duvarıydı.."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADI ÇİLEM HAYATI ELEM (Otobiyografi) TAMAMLANDI
Não FicçãoKendi hayatımı; edebi bir dille kaleme aldığım, otobiyografik romanıma davetlisiniz arkadaşlar. Bu kitapta yazdıklarım tamamen gerçektir, kurgu değildir, herşey yaşanmıştır. Hiç çocuk olmadım, oyunlarım olmadı. Hep o pencere önünde kaldı düşlerim...