Yıl 2016 artık 32 yaşındayım. Kızım 10, oğlum 8 yaşında. Bir kadının en tehlikeli yaşları derler 30'lu yaşlar için, ben de bu yaşlarda kadın olduğumu farkına varmıştım. Bundan öncesinde hep çocukmuşum. Evliliği boyunca hep tecavüze uğramış, zevk nedir bilmemiş bir kadının 30'lu yaşlarında hazzı hissettiğini düşünün. O gün, çok şaşırdığımı hatırlıyorum. Meğer cinsellik bir kadın için de güzel olabiliyormuş. Oysa ben daha öncesinde cinselliği, iğrenç, tiksindirici bir şey olarak, bir görev olarak görüyordum. Hatta çoğu zaman kendimi eşimin kölesi gibi hissediyordum. 30'lu yaşlar, kendimi tanımamı, kendimi farkına varmamı sağladı. Sanki bir anda büyüdüm, olgunlaştım ve kadınlaştım. İlk kez kendimi bir kadın gibi hissetmeye başlamıştım. O çocuksu çehrem kaybolmuştu. Sürekli aynalara bakıyor, kendimi şimdi güzel ve çekici buluyordum.
Eşimse bendeki bu değişimi farkına varmıyordu, çok utangaçtım ona kendimi asla anlatmazdım. Onun beni anlamasını istiyordum. Eşim, şimdiye kadar kendini evine ve çocuklarına adamış bu kadını hepten unutmuştu. Ben onu deliler gibi kıskanırken, o beni kıskanmıyordu bile, aklıma nişanlılık dönemlerimiz geliyordu. Birlikte otobüse bindiğimizde, beni yabancı bakışlara karşı nasıl da koruyup, sakınır, üzerime titrerdi. Şimdi ise bana karşı o kadar ilgisizdi ki, varsa yoksa ailesi, artık evimizi bir otel gibi kullanmaya başlamıştı. İşten eve geliyor, yemeğini yiyor, binanın içinde bir aşağı, bir yukarı annesi, babası, kardeşleri, ablası herkesi geziyor, oralarda oturup onlarla sohbetler ederek gülüşüyordu. Arada sırada da köylülerinden arkadaşları ile buluşuyor, her ay derneklere gidiyordu. Saat 11-12 gibi eve gelip yatıyordu. O, ailesinde gezerken ben, çocukların dersleri ile ilgileniyor, kendi kendime televizyon izliyor, yalnızlığıma, kimsesizliğime isyan ediyordum.
İşte bu dönemlerde, ağlama nöbetlerim gittikçe artmış yarım saatlik olan nöbetler bir saatlere yükselmişti. Nöbetler gelince, acile gidiyor, bir sakinleştirici iğne yapılıyor, eve dönüyordum.
Eşim beni anlamıyordu, hayır o beni asla anlayamazdı. Şu yaşına kadar bir kez bile acı, yalnızlık, ailesizlik, kimsesizlik, mutsuzluk gibi duyguları tatmamıştı. Onun ailesi yanındaydı, annesi, babası, kardeşleri, arkadaşları vardı. Ne bilsin ben içimde neler yaşıyorum, neler hissediyorum. İçimde nelerle savaşıp, cebelleşiyorum hiçbirini anlamıyordu. Oysa benim kimsem yoktu, gidecek bir ailem, derdimle dertlenecek bir kardeşim, benimle ağlayacak bir arkadaşım hiç kimsem yoktu. Allah'ım bana bir tek bile yoldaş vermemişti, ama eşimin sayamayacağım kadar yoldaşı vardı.
Kendi kendime konuşur dururdum. Keşke benim gibi birisiyle evlenseydim, ailesi olmayan, yalnız, kimsesiz birisiyle o beni anlar, yaralarımı sarardı. Eşimse, beni değil de ailesini seçerek zaten yaralı içimin yaralarını daha da çoğaltıyordu. Sanki bana nispet yapıyordu. Eşimin şen şakrak çehresi ile binanın içinde kah ona kah şuna aile üyelerine kahkahalar atarak gülüşmelerinden, onun bitmek bilmeyen kalabalığından bıkıp usanmıştım. Bir insanın hiç mi derdi, tasası olmazdı, eşimin yoktu, benim sahip olamadığım bütün herşeye o sahipti. Çocukluğunda, gençliğinde hayatının her anında ailesi ona sevgi ve huzur vererek ömrünü ışıl ışıl süslemişti.
Ben, eşimin kendisine, evine, çocuklarına, ailesine bakmak için aldığı bir hizmetçiden başka bir şey değildim. Gözü beni görmez olmuştu. Bu bağlılığa anlam veremiyordum. 'Bir gün evinde otur be adam, beraber çay içelim, televizyon izleyip sohbet edelim, çocuklarımızla oyunlar oynayalım. Her akşam binanın içinde dolaşmasan olmaz mı?' ben ona bunları söyleyerek, evine bağlamaya çalışırken, eşim tamam gitmeyeceğim diyor, sonra telefonu susmak bilmiyor, bir babası, bir ablası, bir kardeşi Ş. gel, gel diye arıyorlardı. Eşimse bana verdiği sözünü unutup, tekrar onlara gidiyordu. Ben bir kadınla aldatılmıyordum, ben eşimin ailesi ile aldatılıyordum.
Düşünsenize evlendik evleneli, ne doğum günümde, ne evlilik yıl dönümümüzde, ne anneler gününde, ne de başka bir zaman bana bir hediye bile almamış, ufacık bir mutluluğu bile bana vermemişti. Bir kere olsun beni dışarı çıkarmamış, yemeğe götürmemiş, gezdirmemişti. Ne tatilimiz, ne balayımız olmuştu. Sonradan farkettim ki ben, aslında evlenme teklifi bile almamıştım. Artık herşeyi en ince ayrıntısına kadar düşünüp, kendi kendime anlamlar veriyordum.
Ben, niye bu kadar yalnızdım. Niye kimse beni düşünmüyordu. Annem çok uzaklara gitti. Babamın nerede olduğunu bile bilmiyordum. Son görüşümün üzerinden yıllar geçmişti. Ne yapıyor, nerede hiç haber yoktu. Kardeşim desen, kendi aleminde yaşıyor. İnstagram postlarına tatillerini, gezmelerini, içkili yemek sofralarını atıyordu. Eşim desen, ben onun için var mıydım, yok muydum belli bile değildi. Sanki kimselerin görmediği, herkesin unuttuğu karanlıkta kalmış bir gölge gibiydim. Belki de ben, herşeyi çok abartıyor, büyütüyor, geçmişte yaşıyordum. Fakat geleceğimden de hiçbir umudum yada beklentim yoktu.
Hep böyle mutsuz, yalnız görünmez bir varlık gibi yaşayıp gidecektim. Çocuklarım evlenip, gittiğinde ise daha da yalnız, yapayalnız kalacaktım. Gelecek gözlerime sadece bu şekilde görünüyordu. Artık eşimin beni sevdiğine bile inanmıyordum. Sevse beni bu kadar yalnız bırakmaz, bana değer verir, önemserdi. Eskiden beni kaybetmekten korkar, gitmemem için kapıları tutardı. Artık bu korkusu da kaybolmuş, beni cebindeki bir mendil gibi görüyordu.
Çok derin bir boşluğun içine düşmüş ve kaybolmuştum. Yorgun ve umutsuzdum. Artık hiçbir şeye tahammülüm kalmamıştı. Karanlık bir kuyu dibinin içinde, çırpınıp duruyordum. Elimi uzatıyor, beni farketmeleri için bağırıp, çığlıklar atıyordum ama kimse elimi tutmuyor, sesimi duymuyordu.
Mutsuzdum çok mutsuzdum.Ben bir hiçtim evet ben herkes için bir hiçtim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADI ÇİLEM HAYATI ELEM (Otobiyografi) TAMAMLANDI
Non-FictionKendi hayatımı; edebi bir dille kaleme aldığım, otobiyografik romanıma davetlisiniz arkadaşlar. Bu kitapta yazdıklarım tamamen gerçektir, kurgu değildir, herşey yaşanmıştır. Hiç çocuk olmadım, oyunlarım olmadı. Hep o pencere önünde kaldı düşlerim...