Mersin'den döndükten sonra, annemle birlikte benim için, lise arayışına başlamıştık. Düz liseye gitmek istemiyordum. Elimde bir mesleğim olsun istedim. Annemle, birçok okulu gezdik. Kendime uygun tek bir meslek okulu bulamadım.
Cam-seramik boyama (İnce işleri sevmem)
Elektrik-Elektronik (Erkek işi)
Su ürünleri (Balıkçı mı olcam?)
Ana okul öğretmenliği (Migrenin var kaldıramazsın, çocuklar migreni tetikler)Çok fazla seçeneğim yoktu. Gezilecek son bir okul kalmıştı. Anadolu Hisarı Ticaret Meslek Lisesi (muhasebe, bankacılık, ticaret) bu seçeneği çok fazla düşünmeden anneme "burası olsun" dedim. Niye düşünmedim bilmiyorum; halbuki hesap kitap işlerinde çok kötüyüm. Belki de başka seçeneğim kalmadığı için kabullendim.
Artık liseliydim. Nefret ettiğim ortaokul lakabımdan, arkadaşlarımın alaylarından kurtulmuştum. Yeni okul ve yeni arkadaşlar.
Derslerin zorluğu dışında herşey güzeldi. Muhasebe dersini kavramakta epey zorluk çektim. Derslerde ve sınavlarda hesap makinesi kullanımı serbestti ama yine de hesap kitap işleri, muhasebe defteri tutmak bunlar kafamı fazlasıyla karıştırıyordu. Ayrıca matematikte aşırı kötüyüm. Neden bilmiyorum matematikte hiç iyi olamadım, hatta matematikten nefret ettim. Belki de babamın kafama vura vura öğretmeye zorladığı, bilemediğimde ise sözleriyle aşağıladığı içindir. Sözelim hayli iyi, ezberim de kuvvetliydi. Buralarda sıkıntı yok ama matematik, ah o hesap kitaplar benim her zaman kabusum olmuştur.
Değişik olarak lisede bir de daktilo dersi vardı. O dersin vakti gelince bütün sınıf daktilo odasına giderdik. Herkesin kendine ait daktiloları vardı. Tüm sınıf daktilomuzun başına geçer, öğretmenin verdiği metni kağıda geçirirdik. Hepimiz tıkır tıkır yazmaya başlar, satır başı gelince makineyi başa iterdik. O sesleri dinlemek o kadar keyifli gelirdi ki bana, kendimi başka bir aleme geçmiş hissederdim. Ayrıca daktilo odamızın manzarası da oldukça güzeldi. Pencereden yazın yemyeşil ağaçlar görülürdü. Kuşların oradan oraya uçuşması, ötüşmeleri daktilo seslerine karışır bir müzik korosu gibi odayı doldururdu. O zamanlar gördüğümüz daktilo eğitimi şimdilerde bir işe yaramıyor artık daktilo tarih oldu diyebiliriz.
On parmak kullandığım daktilo misali tarihe karışıyor anılarım, ardında on yıllık gözyaşı bırakarak.. Zira anıların tarihe karışması için on yıllık gözyaşı dökmeli..
Liseye başlamam ile bende de fiziki yönden değişiklikler olmuştu. Birden bire büyümüş, serpilmiş, güzelleşmiştim. O küçük, çekingen, gözlüklü, sessiz, çirkin çocuk uzaklarda kalmıştı. Artık gözlük takmıyordum, gözlerim iyileşmişti. Eski hallerimden sıyrılmış, arkadaşlarımın arasına karışmış, kızlar tarafından sevilen, erkekler tarafından beğenilen birine dönüşmüştüm.
Her sabah okula gitmek için evden biraz uzaktaki otobüs durağına giderdim. Bütün öğrencilerin toplandığı, sabahları ve akşamları bir okul servisini andıran (elbette araya işe giden büyüklerin de karıştığı olurdu) otobüsle okula gitmek, bana kendimi özgür hissettirirdi. Farklı dünyaları görmek, evden ve babamdan uzaklaşmak bana huzur verirdi.
Okul tenefüslerini iple çekerdim. Zil çalar çalmaz sınıfımızdaki yedi erkek ve biri ben olmak üzere iki kız, okulun bahçesindeki basket potasına koşardık. Bu benim en keyif aldığım hobilerden biriydi. Arkadaşlarımla basket oynamak, gülebilmek, basket sektirip kaçırmak, topu fileye atıp, takımıma bir kaç sayı getirmek, ardından övgüler almak oldukça eğlenceliydi. Voleybol oynayanlar, kantinde her teneffüs bir şeyler yiyenler, lak lak edip yürüyenler veyahut oynayanları izleyenler de vardı. Bizlere gelince oluşturduğumuz grubumuzla, okulun basket takımı gibiydik. Herkes tarafından konuşulan, sevilen küçük bir topluluktuk.
Bazen de teneffüslerde kızlarla, okulun bahçesindeki gölgelik çardakta toplanır, bağıra bağıra şarkılar söylerdik. Herkes bize bakıp gülümserdi. Şarkı söylerken bütün enerjimizi yiyip bitirirdik. Genelde bunu dertli yada mutsuz olduğumuz günlerde yapardık ki stresimizi atıp, kötü anları unutalım. Bu bizlere çok iyi hissettirirdi. Bazen güler, bazen ağlar iyileşirdik. Çünkü hepimizin farklı farklı dertleri vardı. Kimi ailesinden, kimi aşık olduğu gençten, kimi yoksulluktan, kimi evindeki sorunlardan, kimi okul problemlerinden, kimi hayırsız bir dosttan vs.vs. dertsiz insan yok ki..
Hayatımın en güzel zamanları lise yıllarımdı. O günleri ne kadar çok özlediğimi anlatmam mümkün değil. Arkadaşlarımı, okulumu, çardağı, basket potasını bile özlüyorum.
İlerleyen sayfalarda bahsedeceğim bir de ilk aşkım var. Bence aşk demek acı demektir. Küçük mutlulukların ardından gelen büyük acılardır. Gözyaşları, uykusuzluk, düşünceler, kabuslar, özlemler, yemeden içmeden kesilmeler, duygusallık, yaşama isteğinin azalması vs. vs... Yani bir yönden de ilk aşk acım diyebilirim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADI ÇİLEM HAYATI ELEM (Otobiyografi) TAMAMLANDI
Não FicçãoKendi hayatımı; edebi bir dille kaleme aldığım, otobiyografik romanıma davetlisiniz arkadaşlar. Bu kitapta yazdıklarım tamamen gerçektir, kurgu değildir, herşey yaşanmıştır. Hiç çocuk olmadım, oyunlarım olmadı. Hep o pencere önünde kaldı düşlerim...