Sırtlan, sabahın erken saatinde kafeteryaya çöreklenmiş, cam boyundaki masaya yolu görecek şekilde oturup, taze portakal suyu ile birlikte, önündeki koca porsiyon su böreğini iştahla atıştırmakla meşguldü. Gece Celal iyi bir iş başarmış, şüphe çekmeden kilolarca patlayıcıyı plaza otoparkının alt katında, kurbanın aracının altına yerleştirmişti. Sırtlan'a sadece oturduğu yerden, bomba düzeneğine bağlı cep telefonunun numarasını çevirmek kalıyordu. Celal demişti ki "Aman abi, kendine dikkat et! Eşşeğin kulağına su kaçırdık galiba, ne kadar patlayıcı bulduysam, hepsini koydum anasını satayım." Sırtlan biraz huzursuzlandı. "Ulan bu şerefsiz Celal, şöyle ağız tadıyla bir manzara izlettirmeyecek." diye söylendi. "Neme lazım, dediği kadar patlayıcı koymuşsa, buralar hepten duman olur." diye hırsla söylenip kasaya giderek, hesabı ödedikten sonra bir sigara yakıp dışarı çıktı. Dışarısı da bayağı soğuktu. Ee... Mart, olacak o kadar.
"Ah ulan Celal! Şu Mart soğuğunda beni sıcacık yerimden ettin ya alacağın olsun senin şerefsiz!" diyen Sırtlan daha söylenecekti ama sokağın karşısındaki apartmanın kapısından, orta boylu, hafif saçları önden dökük, kalın çerçeveli gözlüklü, kırkbeş yaşları civarında bir adamın, siyah boy paltosuna sıkıca sarınmış bir vaziyette çıkıp, arabaya doğru yöneldiğini görünce gözleri parladı. "Aha oğlum, on beş gündür çektiğimiz soğuğun acısını çıkartacağız. İşte o gün, bugün." diyerek, köşedeki beton elektrik direğini kendine siper alıp, kurbanın arabaya binmesini beklemeye başladı.
Zavallı adam az sonra olacaklardan habersiz, geriye dönüp pencereden kendisini uğurlamakta olan eşine el sallıyordu. Sırtlan beton direğin arkasında iyice yan dönüp hedef küçülterek, bomba düzeneğindeki cep telefonun numarasını tuşlamış, parmağı 'arama tuşu' üzerinde basmaya hazır vaziyette, kurbanının ölüme hızlı adımlarla gidişini seyrediyordu. Sabahın erken saatleri olduğundan sokak tenhaydı. İşte adam aracına binmiş ve motoru çalıştırmıştı. Son bir defa etrafını kontrol etti ve telefonun tuşuna bastı Sırtlan. Adam, aracı ile daha birkaç metre bile gidemeden, kulakları sağır eden korkunç bir patlama ile ortalık toz duman olmuştu. Patlama öyle şiddetliydi ki tesirinden Sırtlan bile geriye savrulmuş, sırt üstü yere düşmüştü. Bu kadarını o da beklemiyordu. Şaşkınlıktan bir müddet yerde öylece kalakaldı. Bu manyak Celal, bu kadar patlayıcıyı aracın neresine koymuştu öyle?
Toz bulutu yavaş yavaş açılmış, etrafın korkunçluğu şimdi daha net ortaya çıkmıştı. Patlamanın olduğu yerde derin bir çukur açılmıştı. Sokaktaki bütün evler deprem görmüş gibi hasarlıydı. Sırtlan'ın arkasındaki binanın ikinci kat balkonu, patlamanın etkisi ile aşırı hasar gördüğünden, aniden yerinden kopup, büyük bir gürültüyle iki metre yan tarafına düşünce, aklı başından gitti. Sıçrayan molozlardan yüzü kan içinde kalmıştı. "Eh Celal, ben de seni gebertmezsem. Ulan adi pezevenk, az daha beni de öldürüyordun!" diye söylenerek sokağın ortasına doğru ilerlerken, bir taraftan da mendili ile yüzündeki kanları temizlemeye çalışıyordu. İnsanlar korkuyla sokağa fırlamış, ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordı. Ne olduğunu Sırtlan anlayamamıştı ki onlar anlasın. Ortada arabadan eser kalmamıştı. Patlamanın olduğu yerden uzaklaşırken ayağına tek tük metal parçaları dolanıyordu ama bunlar hasar gören binaların molozlarıyla karıştığından, araba parçası mı yoksa binalardan kopan parçalar mı oldukları, net anlaşılmıyordu.
"Neyse, burada daha fazla oyalanmanın bir âlemi yok. Şimdi İstanbul'un bütün polisleri buraya doluşur, neme lâzım bir tanıyan falan olur." diyerek, olay yerinden hızla ayrılmıştı. Nasıl olsa, akşam haberlerinde ayrıntılı olarak, tüm Türkiye ile beraber kendileri de seyredeceklerdi icraatlarını.
![](https://img.wattpad.com/cover/330611789-288-k367189.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADIM SARI AÇIK SARI
Fiction généraleBu kitapta anlatılanlar tamamen hayal ürünü olup, Türkiye'nin 90'lı yıllarda içinden geçtiği, kaos ortamının kurgulanmış halidir. Anlatılanların; gerçeklerle, bahsedilen olaylarla ve kişilerle, uzaktan yakından hiçbir bağlantısı yoktur. Romanda geçe...