Evim evim, güzel evim

2 1 0
                                    

     Metin'le Şebnem, bir haftadır Mustafakemalpaşa'da küçük bir hotelde kalıp, günübirlik köye gidip geliyorlardı. Köydeki dostlarını kırmamak için bir iki gece misafir olarak kalmışlardı ama fazla yük olmamak için izin isteyip bu yolu seçtiler. Ev yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamış, düşündüklerinden bile güzel olmuştu. Bugün binanın pencerelerini takacaklardı. O yüzden erken kalkmışlar, Şebnem habire Metin'i sıkıştırıp duruyordu. Çünkü verandaya açılan, yerden tavana kadar olan salon camlarını, Şebnem Bursa'da özel olarak yaptırmıştı.
     "Metiin, hadi kalk! Sen beni hep böyle bağırtacak mısın ya!"
     Metin uykulu gözlerle doğruldu. "Senin derdin ne güzelim? Adamlar işlerini güzel güzel yapıp, evi bir an önce teslim etmek için çaba harcıyorlar, daha ne istiyorsun?"
     Şebnem, Metin'in sözlerindeki sataşmayı anlamamıştı. "Bir şey istediğim falan yok. Camları takılırken görmek istiyorum, bir aksaklık olmasın diye." Metin'in işi gücü hınzırlık. İllâ Şebnem'e sataşacak ki günü güzel geçsin. "Oldu, bir mütehatliğin kalmamıştı yapmadık, onu da yap bari de tam olsun. Kızım, adamlar senin şerrinden bıktılar, nasıl canla başla çalışıp, evi bir an önce bitirip gitmek istiyorlar, görmüyor musun? Daha bir hafta oldu, neredeyse ev bitmek üzere." deyince, Şebnem tam ağzını açacaktı ki gülümsedi. Cevap vermemek en iyisiydi. Metin'in aksine, yataktan bu sabah 'fresh' bir şekilde kalkmıştı. Onun şakalarını duymamazlıktan gelip, ayna karşısına geçerek saçlarına çeki düzen vermeye başladı. Şebnem'in, her zamanki bildik sataşmalara cevap vermeyip oyuna gelmediğini gören Metin de homurdanarak tuvaletin yolunu tutunca, arkasından gülümsediğini göremedi.

     Az sonra, her sabah kahvaltı yaptıkları lokantadaydılar. Bu lokantanın kelle paça çorbasına alışmışlar, her sabah uğramadan edemiyorlardı. Emektar Fahrettin ustanın ısrarına dayanamayıp zorla bir defalığına içmişler, ondan sonra alışkanlık yapıp, bir türlü bırakamamışlardı. En neşeli halleriyle Metin ve Şebnem girdi içeri. "Fahrettin usta hayırlı işler, çorbamızı içmeye geldik."
     "Ooo... Şebnem kızım hoşgeldiniz, bu ne erkencilik böyle?"
     Fırsat bu fırsattır deyip, Metin hemen söze girdi. "Ben de söylüyorum ama dinletemiyorum Fahrettin abi. Bari sen kulağını çekiver de sabah uykusunu rahat uyuyayım." deyince, Fahrettin usta muzipçe gülümsedi. "Ama Şebnem kızım haklı Metin Bey, vallahi doğruya doğru. Erken kalkmanın binbir türlü nimetleri vardır." deyince, Metin mahsusçuktan somurtmuştu. "Eh be Fahrettin usta, sen de ondan yana çıktın ya! Yani helâl olsun." Fahrettin usta baktı ki Metin bayağı kızıyor, şakayı tadında bırakmakta yarar vardı. Hemen oradan bir bahaneyle ayrılıp, mutfak tarafına geçti.
     Birkaç dakika sonra da elindeki tepside, geniş porselen kaplara konmuş, mis gibi kelle paça çorbasının kokusu ta oradan duyuluyordu. Servis tepsisi ile masaya geldiğinde, mis gibi bir koku yayıldı ortalığa. "Çocuklar biraz beklettim sizi," dedi. "Kusura bakmayın. İyice terbiyesini verdim, o yüzden." Şimdi iki genç sessizce çorbalarını içerken, Şebnem kolundaki saate bakıyor, acele etmesi için Metin'e işaret edip duruyordu. Çorbalar biter bitmez fazla oyalanmadan kalkıp, hemen yola koyulmuşlardı bile.

     Köye vardıklarında işçiler çoktan işbaşı yapmış, salonun camlarını takmaya başlamışlardı. Şebnem, araç durur durmaz aşağıya atlamış, işçilerin arasına karışmıştı. Çalışanları neşeli bir şekilde selâmladı. "Usta, kolay gelsin. Maşallah eliniz çabukmuş, ev neredeyse bitmek üzere."
     "Abla bitti sayılır. Camları taktık mı sadece içinin boyası kalıyor. Gelmişken odaların renklerini söyleyin de bugün boya işine de başlarız herhalde."
     Şebnem, evin upuzun verandasını boydan boya dolaştı. Verandanın döşemesini dekoratif, kırmızı pişmiş tuğla şeklindeki taşlarla döşettikleri çok iyi olmuştu. Önce tahta parke yapmayı düşünüyordu ama iyi ki bu fikrinden caymıştı. Çünkü sıcaklarda hortumu eline aldı mı buralarını bir güzel ıslatır, mis gibi toprak kiremit karışımı kokuya doyum olmazdı. "Aman arkadaşlar, camları takarken dikkat edelim," dedi eliyle pervazları yoklarken. "Eğimi çok güzel verin ki camlar sürgülü şekilde açılacağı için, yağ gibi kaysın." deyince, adam gülümsedi, "Abla merak etme, daha önce de söylemiştin zaten." dediğinde, Metin uzaktan bir göz işareti ile 'karışma, yeter artık' der gibi hareket yapıyordu.
     Bu sırada Mehmet dayı ile Salim sokağın başından görünmüştü. Mehmet dayı iyice yaşlansa da henüz baston kullanmıyor, hızlı hızlı yürürken değme gençler bile ona yetişemiyordu yolda. Salim ona ayak uydurmakta zorlanıyor, utanmasa biraz daha yavaş yürümesi için neredeyse onu uyaracak.
     Metin bir ara lâf sırasında, 'bu sağlıklı halini neye borçlusun' deyince, 'beş vakit namazımı hiçbir zaman kaçırmam' demişti. Metin önce buna bir anlam verememişti ama Mehmet dayı namazın faydalarını bir bir anlattıkça, aklına yatıyordu. Çünkü sabah namazına kalkmak için orada burada oyalanmadan geç vakite kalmadan uykuya yatıp uykusunu alıyordu insan. Böyle olunca da erkenden kalkıp, dinç bir şekilde abdestini alıp bir de namazını kıldın mı geceden iyice uyuşan vücut erkenden harekete geçiyor, kan dolaşımı hızlanıyordu. Namazdan sonra sabahın serinliğinde başladığı günlük işlerini aksatmadan sürdürüyor, öğle namazı saati geldi mi yine abdest alıp namazını kılmaya koşuyordu. Bir de demişti ki; 'Metin evlâdım, hangi dinde bizim gibi günde beş defa temizlenmek var, sorarım sana? Abdest hem fiziki hem de ruhani temizliktir. Yüce Rabbimiz, bizim sıhhatimizi düşünerek günde beş defa temizlik yaptırıyor ve vücudumuzu namazla hareketlendiriyor. Bak bana dizlerim sapasağlam, kireçlenmenin zerresi yok! Sizin çok acıdığınız, iki büklüm gezen, adım atmaktan aciz ihtiyarlar var ya gerçekten bir rahatsızlığı olanlar hariç, işte onların birçoğu alınları secdeye gitmemiş kimselerdir. Siz de onlara acıyıp, vah vah çekersiniz.'
     Onları böyle gören Metin, işin gırgırındaydı. "Mehmet dayı, yine civa gibisin maşallah! Baksana, garibim Salim sana ayak uyduracağım diye per perişan olmuş."
     "Sen onları boşver Metin'im. Ben bunun gibilerini gençken ohoo!" dediğinde soluk soluğa gelen Salim, hemen konuyu değiştirmek için söze girdi. "Oh! Biraz soluklanayım şurada. Metin, ev neredeyse bitmiş. Bak, ne güzel oldu. Biz de köy yerinde betonuydu, tuğlasıydı, tahtasıydı ev yapmak için habire uğraşıyoruz. Bak ne kolayı varmış da haberimiz yokmuş."
     Metin'le Şebnem, odaların renklerini seçtikten sonra birkaç saat daha kalıp, evi Mehmet dayı ile Salim'e emanet ederek köyden ayrılırken, evin son eksikliklerinin bittikten sonra anahtarları almalarını tembihleyip, bundan sonra 'eşyalarla birlikte gelince görüşmek üzere' deyip ayrıldılar.

ADIM SARI AÇIK SARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin