İki eski dost her zamanki gibi buluşmuşlar, Ege'nin bu mevsimde bile hırçınlaşmayan, tatlı kıvrımlarla kıyıya ulaşıp köpüklenen dalgalarını seyrederken özenle elde hazırlanmış konsantre meyve sularını yudumluyorlar, hem de bu arada laflıyorlardı. Önceki buluşmalarından farklı olarak İki Numara, birkaç gündür Bir Numara'nın misafiriydi. Eskiden emri alır almaz geri dönüyordu. Şimdiye kadar böylesine uzun zaman bir arada kalıp konuştukları nadirdi. Sadece Uludağ'da tatil yaparken, on gün birlikte dinleniyorlardı, o kadar. Ama birkaç gündür hararetli konuşmalar gece yarılarına kadar sürmekte, bazen sesleri yükselip, kavga ediyorlarmış gibi yüksek perdeden konuşmaktaydılar.
"Mirim, son verilen göreve ne zaman başlayacak sizinkiler? Zaten Amerika diyor ki bu görevlere bir müddet ara vereceğiz. Nedeni ise, istenilen sonuca bir türlü ulaşılmıyormuş."
"Efendim, arkadaşlar hazırlıklarını nerdeyse bitirdiler gibi... Birkaç güne kadar duyarız."
Bir Numara konuşma sırasında, elindeki bardağı sinirli sinirli çeviriyordu. Sıkıntılı olduğu halinden belliydi; "Neymiş efendim, o bölgede şimdiye kadar yaptıklarımız işe yaramamış," derken İki Numara'ya ters ters bakıyordu sanki onun suçuymuş gibi. "Bak bak... Bu defa da kendi ajanları ile Güneydoğuyu karıştırıp, hükümeti güçsüz göstermek istiyorlar. Kendilerinin besleyip büyüttüğü PKK'ya destek verip, Güneydoğuyu tekrar eskisi gibi kan gölüne çevirmekmiş amaçları."
"Ee, zaten yıllardan beri öyle değil mi orası?" diye araya giren İki Numara'nın söylediklerini duymamış gibi, sözlerine devam etti Bir Numara. "Düşündükleri, halkı bu hükümetten soğutup, ilk seçimde hükümeti alaşağı edip, kendi istedikleri bir hükümeti iktidara getirmek. Bizim şimdiye kadar yaptığımız komplolar vızıltıymış." diyerek, elindeki bardağı sertçe sephaya bıraktı. "Canımı sıkan asıl nokta, şehirlerde birkaç yerde bombalar patlatıp, halkta infial duygusu uyandırılmak istenmesi. Üstelik utanmadan da bizden yardım istiyorlar!" deyince, İki Numara sinirle ayağa fırladı... "Bu kadarı da fazla artık!"
Elindeki bastonla işaret ederek, 'otur otur' şeklinde bir işaret yaptı Bir Numara. "Benim de canım sıkılıyor ama elden ne gelir? Biz bu yola baş koyduk. Seçimlere kadar bu mevcut hükümetten halkı bu şekilde soğutamadık. Bu defa taktik değiştirip PKK'yı hortlatacağız diyorlar."
"Ne PKK'ymış be! Üç beş çapulcu! Son yirmi beş senedir Güneydoğuda ordumuza çok iyi antreman malzemesi oldular, tamam. O yıllarda göreve teğmen rütbesinde başlayan asker, herhalde şimdi emeklidir." Bir Numara sitem eder gibi söylendi. "Artık Türk halkı eskisi gibi inanmıyor bize. Eskiden gizli gizli söylenen bu sözler, şimdilerde yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. 'Asker istese PKK'yı bir haftada bitirir ama Amerika emellerine ulaşamadı. Bizim ordu Amerika'nın sözünden çıkmıyor ki' lâfı, nerdeyse herkesin dilinde. 'İş bittikten sonra Amerika Apo'yu nasıl teslim ettiyse, PKK oyuncağını da Türkiye'ye öyle teslim edecek' diyorlar."
Sanki bilmiyormuş gibi sordu İki Numara. "Ama efendim, fidan gibi gençlerimiz ölüp gidiyor, onlar ne olacak?" Aslında İki Numara sorduğu bu sorunun cevabını gayet iyi biliyordu, içinden mırıldandı... "Ne olacak, eğitim zaiyatı."
Zaten PKK belâsı başladıktan sonra, Amerika'nın önermesi ile askerde 'uzman çavuş' işini başlatmadılar mı? Kısa dönem bir eğitimden sonra hemen koluna iki tane 'pırpır' takıp, yallah ateşin en ucuna. Amaç, üst rütbelileri geri plânda tutup, ön saflara pırıl pırıl gençleri sürmek. Bu şerefsiz Amerika, Türkiye gerçeklerini o kadar iyi irdelemiş ki bizim ekonomik eksikliğimizi fırsat bilip, aklı sıra işsiz lise mezunu gençlerimize iş olanağı sağlamıştı kurnazca. Şimdi erle astsubay arasına sıkışıp kalmış, şaşkın bir şekilde ne er ne subay sayılan binlerce genç, görevden göreve koşturuluyordu. Astsubaylar ise en alttan kurtulmanın verdiği hırsla, onları kendinden saymayıp, ordu içinde şimdiye kadar ezilmişliklerinin hırsını davranışlarıyla, gariban uzman çavuşlardan çıkarıyorlardı sanki.
Seslendi Bir Numara. "Hey! Daldın yine mirim, neler düşünüyorsun?"
"Haa... Şeyy... Sırtlan bana sormuştu. Hangisinden başlayayım diye."
"Ne demek hangisinden? Sadece birini temizleyecekler. Daha doğrusu yazar olan kalacakmış. Amerika'nın onunla ilgili plânları varmış daha." deyince meraklandı, sordu İki Numara "Ne plânı ola ki?" dedi şaşırarak.
"Ona Avrupa'da ödül mü ne verdirecekmiş... Nobel. O yüzden 'Ermeni gazeteci' iyi bir hedef. Anlaştık? Aman yanlışlık yapıp romancıyı öldürmesinler."
"Gayet net anladım efendim, biraz sonra Sırtlan'a telefon ile bildiririm."
Bir Numara kolundaki saate bakınca, vaktin epey geç olduğunu anladı. "Ohoo... Saat bayağı ilerlemiş," dedi etrafına bakınarak. "Konuşmaya artık yarın devam ederiz. Hadi Allah rahatlık versin, ben yatıyorum."
"Size de efendim."
İki Numara balkonun kenarına gelip, denizin üzerinden ta uzaklara baktı. Yunanistan'a doğru. Eskiden savaş oyuncağı Yunanistan'dı. Yok karasularıydı, yok Kardak Kayalıkları kriziydi, yok kıta sahanlığıydı derken, epey oyalanmışlardı. Ama Yunanistan AB'ye girince, Amerika'ya figüranlık yapmasına karşı çıktı Avrupalı abileri. Şimdi de PKK oyuncağını icat etmişti Amerika ama Türkiye'ye pahalıya mal olan bir oyuncaktı. Türkiye artık bu oyuncaktan bıkmıştı, kırıp parçalamak istiyordu. Ama Amerika abisi, 'henüz erken diyordu. Daha bekleyin, az kaldı. Sıra ona da gelecek, sabredin' diyordu.
İki Numara bu sıkıntılı düşüncelerle, misafir için ayrılmış yatak odasına doğru giderken kafasındaki bir dolu sorunla uyuyacağını hiç zannetmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADIM SARI AÇIK SARI
General FictionBu kitapta anlatılanlar tamamen hayal ürünü olup, Türkiye'nin 90'lı yıllarda içinden geçtiği, kaos ortamının kurgulanmış halidir. Anlatılanların; gerçeklerle, bahsedilen olaylarla ve kişilerle, uzaktan yakından hiçbir bağlantısı yoktur. Romanda geçe...